Cuma 29 Ağustos 2025 - 20:53
İran-İsrail Savaşı’nda İslam Ülkeleri İran’ın Yanında, İsrail’in Karşısında Durdular

Havza / Gazeteci Ramazan Bursa: Türkiye, savaşın yeniden alevlenmesi durumunda İsrail’in karşısında, komşusu İran’ın yanında ama savaşın bölgeye yayılmasını engelleyen bir pozisyon benimser.

Ortadoğu uzmanı ve İran üzerine çeşitli haber ajanslarında makaleleri yayınlanan Gazeteci Ramazan Bursa ile İran ve İsrail savaşı özelinde bölgedeki gelişmeleri konuştuk. İran'da da bir süre gazetecilik yapan Bursa, İran ve Türkiye'nin ilişkilerine yönelik de görüşlerini belirtti. Gazeteci Ramazan Bursa ile Havza Haber Ajansı Türkçe Servisi'nin gerçekleştirdiği röportajı siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz: 

Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. 13 Haziran 2025 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti ile İsrail arasında gerçekleşen on iki günlük savaşa dair değerlendirmeniz nedir? 

Rica ederim. İsrail’in İran’la savaşmasını birkaç başlıkta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, İran kendi güvenliğini sağlamak için sınırlarından kilometrelerce uzaklıkta bir güvenlik hattı oluşturdu. Irak’ta Haşdi Şabi ve dışında kalan diğer silahlı yapılar, Hizbullah, Filistin direnişi ve Ensarullah. Bu yapılardan bir bölümünü kendisi kurdu, Filistin direnişi gibi yapılar kendi gerçekliği içerisinde kuruldu ama destekledi. Bu yapıların tamamı İsrail ve Amerika çıkarlarını hedef alıyor.

Bir diğer neden, İran’ın nükleer programı. İran, her ne kadar ısrarla “nükleer silah yapma amacımız yok” dese de ne İsrail ne de Batılı ülkeler bu ifadeleri mutlak gerçek olarak kabul etmedi. İran, müzakereler vesilesiyle muhatabı olan ülkeleri ikna etmeye çalıştı. 2015 yılında bir anlaşmaya varıldı, Trump ilk döneminde bu anlaşmadan çekildi fakat ikinci döneminde müzakereler yeniden başladı. Zaten savaş da müzakerelerin devam ettiği bir süreçte başladı.

Bir diğer neden ise İsrail, İran’ı tarihinin en zayıf noktasında görüyor. Dolayısıyla geliştirdiği çok katmanlı strateji ile İran’da rejim değişikliği yapmayı amaçlıyor. Bu çok katmanlı stratejinin icrası sürüyor, saldırı sadece bu stratejinin bir katmanını oluşturuyor. Ateşkes sağlansa da farklı yönleriyle savaş devam ediyor.

ABD'nin bu çatışmadaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? 

ABD Başkanı Trump’ın, İran ile bir anlaşmaya varmakta istekli olduğu görülüyordu. Hatta Umman aracılığı ile devam eden müzakerelerde de mesafe alındığı açıklanmıştı. Ancak ABD’de tek belirleyici Trump değildir. Yani yasal olarak son karar verici Trump olsa da hakikatte bu karar sürecinde etki yapacak birçok unsurun olduğunu biliyoruz.

Siyonist lobinin Amerika’nın karar mekanizmasında çok etkili olduğu biliniyor, bu konu ile ilgili sayısız makale, kitap ve hatta belgesel çalışması var.

Diğer taraftan Amerika’da yeniden alevlenen Epstein skandalı, yeni soruları gündeme getirdi. Trump, seçimde Epstein belgelerini açıklayacağını vaat etmişti. Adalet Bakanı, “müşteri listesi masamda, açıklayacağız” açıklaması yapmıştı. Fakat Trump, vazgeçti ve artık “adam öldü gitti, bu işi konuşmayın” diyerek, Epstein skandalı ile ilgili soru soran gazetecileri azarlamaya başladı.

Amerika medyası, son haftalarda Trump’ın, 1990’lı yıllarda Epstein’in düzenlediği partilere katıldığını gösteren videolar yayınladı.

Amerika’da hem demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, “Trump da Epstein Davası’nda var mı?” sorusunu soruyor.

Epstein skandalı, sadece Amerika ile ilgili değil, Epstein’in adasına giden Amerikalı yöneticiler, Batılı devlet ve hükümet başkanları, İngiliz Prensi, çok büyük iş adamları vs. var. Epstein’in ise Mossad adına çalıştığı iddia ediliyor. Ayrıca Epstein’in ortağının babasının Mossad ajanı olduğu bilgisi var. Demek istediği şu; Epstein skandalına karışanlara bakınca insan, “bu skandal üzerinden Amerika ve diğer ülkelerin Ortadoğu politikaları İsrail lehine nasıl etkilenmiş?” diye sormaktan geri duramıyor.

Dolayısıyla, Trump’ın İsrail’in İran’a saldırmasına onay vermesi, mühimmat temini yapması, savunmasına destek vermesi ve son olarak da bizzat saldırıya dahil olması çok yönlü etkilerin neticesi olabilir.

Ama unutmamak lazım ki, günün sonunda Amerika, İsrail’in bekçi köpeğidir, İsrail’in varlığının tehlikeye girmesi veya büyük zarar alması durumunun ortaya çıkması halinde Amerika, tüm imkanlarını İsrail’i korumak için seferber eder. Bu sadece Amerika ile de sınırlı değildir.

Peki bu süreçte Türkiye'nin tutumunu nasıl açıklarsanız? Aynı şekilde savaşın medyaya yansımaları nasıl oldu?

Türkiye’nin bölgesel stratejisi bellidir: İstikrar ve ülkelerin bütünlüğünün korunması, dış müdahaleler ile ülkelerin rejimlerinin değiştirilmesine yönelik hamlelerin yapılmaması. 

Türkiye, bu politikasının bir gereği ve kadim komşuluk ilişkileri çerçevesinde İsrail’in saldırganlığını en güçlü şekilde kınadı. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’daki toplantısında Sayın Erdoğan, çok güçlü bir açıklama yaptı. İran Dışişleri Bakanı Erakçi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. İran Hükümet Sözcüsü Fatıma Muhacirani yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “(İran-İsrail Savaşı döneminde) Elbette komşularımızdan da çok cesur duruşlara tanık olduk. Özellikle Pakistan ve Türkiye çok net ve belirgin bir tavır sergilediler.” 

Türkiye, savaşın yeniden alevlenmesi durumunda İsrail’in karşısında, komşusu İran’ın yanında ama savaşın bölgeye yayılmasını engelleyen bir pozisyon benimser. Tarafsız kalmaz, ama aktif diplomasiyi yürürlüğe koyar.  

Türk medyası, savaşın başından itibaren çok ilkeli bir duruş sergiledi. Türk basını, İsrail’in karşısında, komşusu İran’ın yanında yer aldı. Basınımız, başarılı bir sınav verdi ve güzel bir kriz süreci yürüttü.

Ortaya çıkan koşullar göz önünde bulundurulduğunda özelde Türkiye ve İran'ın ikili ilişkilerinin geleceğine ve genelde bölgedeki Müslüman ülkelerin pozisyonuna ilişkin neler söylersiniz? 

İran-İsrail Savaşı’nda İslam ülkeleri gerçekten güzel bir pozisyon aldılar; İran’ın yanında, İsrail’in karşısında durdular. Yine Müslümanlar: Sufisi, Selefisi, liberali, seküleri ve milliyetçisi İsrail’in karşısında yer aldı. Bu önemli bir tecrübe ve sevindirici bir gelişmeydi. Yani gerektiğinde birbirimizle olan tüm sorunlarımızı bir kenara bırakabilme tecrübesine sahibiz. Bunu gördük. Bu bir kemalât durumudur, toplumsal bir kemalât.  

Türkiye ile İran arasında birçok alanda işbirliği anlaşmaları var. Bunlar devam ediyor. Bizim bölgesel olarak iki şeye ihtiyacımız var. Bir: Tüm Müslüman ülkelerin birbirleri ile en az 50 milyar dolar civarında bir ticaret hacmine sahip olmaları. Eğer bu başarılabilirse, Müslüman ülkeler arasında rekabet azalır, işbirliği güçlenir. Bu, beraberinde siyasi işbirliklerini de getirir. İki: Bölgesel bir savunma teşkilatına ihtiyacımız var. 

7 Ekim’den bu yana Türkiye, bölgesel savunma gücü konusunda yoğun bir çaba sarf ediyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, herhangi bir konu ile ilgili bir Müslüman ülkeyi ziyaret ettiğinde bu projeyi gündeme getiriyor. Bunu kurmayı başarabilirsek, bölgeyi dış müdahalelere karşı büyük oranda koruma altına almış oluruz.

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha