Salı 30 Aralık 2025 - 07:29
Dünyayı Dine Tercih Etmenin Tehlikeli Sonucu

Havza / İmam Ali (a.s.) bir sözünde şu noktaya dikkat çeker: "İnsanlar dünya uğruna dinlerinden vazgeçtiklerinde, Allah onlara bundan daha büyük bir zararı tattırır." Bu hikmetli söz, dini bir kenara bırakarak kalıcı dünyevî refah ve güvenliğe ulaşılabileceği düşüncesinin üzerini kesin bir biçimde çizmektedir.

Havza Haber Ajansı’nın aktardığına göre, insan bazen dünyevî menfaatlere ulaşmak için bazı dinî buyrukları görmezden gelir; oysa bu tercihin kendisine bir fayda sağlamadığını, aksine daha büyük bir zararı beraberinde getirdiğini fark etmez.

İmam Ali (a.s.) Nehcü’l-Belâğa’nın 106. hikmetinde, dünyayı dine tercih etmenin sonuçları konusunda gerek bireysel hayat gerekse toplumların kaderi açısından açık ve anlaşılır bir uyarıda bulunmaktadır.

İmam Ali (a.s.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar, dünya işlerini yoluna koymak adına dinlerinden bir hükmü terk ettiklerinde Allah onlara ondan çok daha zararlı bir kapı açar.”

Dünyayı Elde Etmek Uğruna Dinin Tahrip Edilmesinin Sonucu

Bu değerli sözde, din ile dünya arasındaki çatışmaya ve dünyayı dinî hükümlere tercih edenlerin durumuna dair önemli bir noktaya işaret edilmektedir. İmam (a.s.) şöyle buyurur: “İnsanlar, dünya işlerini yoluna koymak adına dinlerinden bir hükmü terk ettiklerinde Allah onlara ondan çok daha zararlı bir kapı açar.

Bu ifade, pek çok durumda dinî buyruklarla dünyevî menfaatlerin karşı karşıya geldiğine ve birine riayet etmenin diğerinin zayi olmasına yol açtığı düşüncesine dikkat çekmektedir. Gerçek anlamda tevhit ehli olan, âlemde Allah’ın izni olmaksızın hiçbir etkin gücün bulunmadığına inanan insanlar dünyevî menfaatlerini ikinci plana iter; dinlerini, imanlarını ve ilahî emirleri korumak için çaba gösterirler. Bu sebeple ilahî rahmet onları kuşatır ve kendilerine daha hayırlısı nasip olur.

Buna karşılık, dinlerini dünyaya feda eden ve ilahî sorumluluklarını dünyevî çıkarlar uğruna terk eden kimselere ise Allah, korktuklarından daha kötüsünü gönderir.

Örneğin bazı kimseler şer‘î hükme göre derhâl yerine getirilmesi gereken farz hac ibadetini, maddî düzenlerinin sekteye uğramasından endişe ederek ertelemektedirler.

İmam Bâkır’dan (a.s.) nakledilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:

Dünya işlerinden bir ihtiyacı hacca tercih eden kimse bir de bakar: Allah’ın evinin hacıları, yüzlerinde haccın izleriyle bu yolculuktan dönmüşlerdir; oysa onun ihtiyacı henüz karşılanmamıştır.”

Yine el-Kâfî adlı muteber eserde İmam Sâdık’tan (a.s.) nakledilen başka bir hadiste, Hazret’in özel ashabından “Semâ‘a” adlı kişiye şöyle buyurduğu aktarılır:

Bu yıl neden hacca gitmiyorsun?”

Semâ‘a der ki: “Bir toplulukla aramda bir ticaret vardı, birtakım meşguliyetlerim oldu; belki bunda bir hayır vardır.”

İmam (a.s.) buyurdu ki:

“Hayır, vallahi Allah senin için bunda bir hayır kılmamıştır.”

Yahut insan namaza durduğunda, bazı dünyevî işlerini bahane ederek namazını aceleyle bitirir; bu sebeple kimi zaman namazın rükünleri gerektiği gibi yerine getirilmez. Namazını menfaatlerine feda eden bu kimseler, Müminlerin Emîri’nin (a.s.) buyurduğu üzere, hiçbir yere varamazlar.

Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

Kul namaza durup da dünyevî ihtiyaçlarına yetişmek için namazını hafifletip kısalttığında, Yüce ve Mübarek Allah meleklerine şöyle buyurur: ‘Şu kuluma bakmıyor musunuz? Sanki ihtiyaçlarının başkası tarafından giderileceğini sanıyor. Oysa ihtiyaçlarını giderenin yalnızca Ben olduğumu bilmiyor mu?’”

Buraya kadar söylenenler, ferdî ihtiyaçlar hakkındadır. Ancak toplumsal ihtiyaç ve gereksinimler bu kuralın dışında kalmak bir yana, bu kuralın onlar hakkında uygulanışı daha güçlü ve daha açıktır. Nitekim merhum Muğniyye, Nehcü’l-Belâğa şerhinde şunu belirtir: "Günümüzde İslâm ülkelerinin yöneticileri, sömürgeci devletlerin kendilerine sunduğu maddî menfaatler uğruna, İslâm’ın haremine ve Müslümanların varlığına yönelik cihat ve savunma emrini terk etmişlerdir. Bunun sonucunda Allah-u Teâlâ onları her ikisinden de mahrum bırakmıştır; yabancıların elinde zelil ve aşağılanmış hâle düşmüşler, dünyaları da güvence altına alınmamıştır."

Dikkatle bakıldığında, Mevlâ’nın (a.s.) bu hikmetli sözünde dile getirdiği hususun tevhid-i ef‘âlî ilkesine dayandığı ve “varlıkta Allah’tan başka gerçek bir etkileyici yoktur” ilkesinin tezahürlerinden biri olduğu görülür.

Yüce Kur’ân’da şöyle buyurulur:

Eğer o ülkelerin halkı iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluk ve bereket kapılarını açardık. Fakat onlar gerçeği yalanladılar. Biz de işledikleri günahlar yüzünden onları ansızın yakalayıverdik.” (Araf 96)

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha