Cumartesi 22 Kasım 2025 - 17:25
Neden Hz. Zehra (s.a.) ‘Âlemlerin Kadınlarının Seyyidesi’ Diye Anılır?

Havza / Hüccetü’l-İslâm Muzafferi şöyle dedi: “Merhum Seyyid b. Tâvus (r.a.), el-Taraif fî Ma‘rifeti Mezâhibi’t-Tavâif adlı eserinin birinci cildinde sayfa 262’de, Ehl-i Sünnet nezdinde en muteber kitaplardan olan Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’den naklen Resulullah’ın (s.a.a.) başka bir rivayetini aktarır. Bu rivayette Resulullah (s.a.a.), Hz. Fâtıma’yı (s.a) kendi parçası olarak tanıtmış ve şöyle buyurmuştur: ‘Fatıma bendendir; onu öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur.’”

Hüccetü’l-İslâm Ali Muhammed Muzafferi, Fatımiyye günleri münasebetiyle Havza Haber Ajansı muhabiriyle yaptığı söyleşide Resulullah’ın (s.a.a.) kızının musibetleri üzerine matem tutulmasının ve toplumda Fâtımî öğretiler ile şiarların ihya edilmesinin gerekliliğine işaret ederek, Hz. Zehra’nın (s.a) nurlu varlığını risalet ile imamet arasında bir bağ halkası olarak tanıttı.

Resulullah’ın Nefsi: Hz. Zehra (s.a.)

Bu din araştırmacısı, Ahzâb Sûresi 21. âyete işaret ederek şöyle açıkladı: “Ahzâb Suresi’nin 21. ayetinde “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır…” buyurulmuştur. Bu dünyaya Hz. Peygamber’in (s.a.a.) örnek ve en güzel model olarak tanıtıldığını görüyoruz.”

Müfessirlerin (Şiî ve Sünnî) ittifakına göre, Hz. Zehra (s.a), Ahzâb Sûresi 33. ayetine nazaran (Tathîr âyeti) Ehl-i Beyt’in (a.s) bir ferdidir.

Sünnî âlimlerin büyüklerinden Ahmed b. Hanbel, Müsned adlı eserinin altıncı cildinde; yine Sünnî müfessirlerin önde gelenlerinden Sa‘lebî de Ebu Saîd Hudrî’den naklen, Tathîr âyetinin tefsirinde Resulullah’ın (s.a.a.) nurlu beyanını şöyle aktarmışlardır: “Bu âyet beş kişi hakkında nazil oldu: Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fâtıma hakkında. ‘Allah ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.’ ”

Hüccetü’l-İslâm Ali Muhammed Muzafferi, sözlerinin devamında şöyle ekledi: “Merhum Seyyid b. Tâvus (r.a.), el-Taraif fî Ma‘rifeti Mezâhibi’t-Tavâif adlı eserinin birinci cildinde sayfa 262’de, Ehl-i Sünnet nezdinde en muteber kitaplardan olan Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’den naklen Resulullah’ın (s.a.a.) başka bir rivayetini aktarır. Bu rivayette Resulullah (s.a.a.), Hz. Fâtıma’yı (s.a) kendi parçası olarak tanıtmış ve şöyle buyurmuştur: ‘Fatıma bendendir; onu öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur.’”

Ayrıca Sünnî büyük âlimlerinden Hâkim Nîşâbûrî de el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn adlı eserinde Sıddîka-i Şehîde (s.a) hakkında Resûlullah’ın (s.a.a.) şu sözünü aktarır:

Fatıma benim bir parçamdır; onu üzen şey beni de üzer, onu sevindiren şey beni de sevindirir.”

Hüccetü’l-İslâm Muzafferi, merhum Şeyh Sadûk’un (r.a.) Me‘ânî’l-Ahbâr adlı eserinde aktardığı rivayete dayanarak şöyle açıkladı: “Peygamber Efendimiz (s.a.a.), Emirü’l-Müminîn Ali (a.s) için iki varlık direği tanıtmıştır. Câbir b. Abdullah’ın (r.a.) naklettiği rivayette Resulullah (s.a.a.) vefatlarından üç gün önce Emirü’l-Müminîn Ali b. Ebî Tâlib’e (a.s) hitaben şöyle buyurmuşlardır: “Ey iki reyhânemin babası! Sana dünyadaki iki reyhânemi emanet ediyorum; çok geçmeden iki direğinden biri çökecek.’”

Resulullah’ın (s.a.a.) şehadetinden sonra Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu, Resulullah’ın bana haber verdiği direğin çökmesiydi.”

Ardından rivayetin devamında Peygamber Efendimiz (s.a.a.), Hz. Zehra’nın (s.a) Emirü’l-Müminîn için ikinci direk olduğunu bildirmiştir: Fatıma (s.a) vefat edince Ali (a.s) şöyle dedi: “‘Bu da Resûlullah’ın (s.a.s) haber verdiği ikinci direk idi.’”

Hüccetü’l-İslâm Muzafferi sözlerine şöyle devam etti: “Âl-i İmrân Sûresi 61. âyetinin açık ifadesine dayanarak: “…Geliniz, oğullarımızı ve oğullarınızı; kadınlarımızı ve kadınlarınızı; nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım…”

Mübahale olayı bağlamında Şiî ve Sünnî tüm müfessirler, bu âyetteki “nefislerimiz” ifadesinin Hz. Ali b. Ebî Tâlib’in (a.s) nurlu şahsı olduğunda ittifak etmişlerdir.

Dolayısıyla Hz. Zehra (s.a), Resulullah’ın (s.a.a.) bir parçası olup; İbn Abbas’ın Resulullah’tan naklettiğine göre O, Peygamber’in (s.a.s): “Benim yanımdaki ruhumdur.” olarak tanımladığı kimse olduğu için ve Emirü’l-Müminîn’in (a.s) iki varlık direğinden biri sayıldığından, şu sonuç elde edilir: Sıddîka-i Tâhire (s.a), Resulullah’ın nefsi konumundadır ve “öncekilerin ve sonrakilerin âlemlerin kadınlarının seyyidesi” mertebesine sahiptir.

Ayette Fâtımî Şiarların İhya Edilmesinin Bazı Etkileri

Allah’ın sevgisini celbetmek

Hüccetü’l-İslâm Muzafferi şöyle ekledi: “Fâtımî matemini ve şiarlarını yaşatmanın gerekliliğine ilişkin Kur’ân’da birçok âyete dayanılabilir. Bu âyetlerden biri de Nisa Suresi 148. âyettir: “Allah, zulme uğrayan kimsenin dışında kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir.”

Merhum Seyyid b. Tâvus (r.a.), İkbalü’l-A‘mâl adlı eserde Hz. Fatıma’nın (s.a) ziyaret duasının bir bölümünde şöyle aktarmıştır: “Selam sana ey mazlume ve hakkı elinden alınmış olan!”

Resulullah’ın (s.a.s) risaletine karşılık gereken ecir

Hüccetü’l-İslâm Muzafferi, Şûrâ Sûresi 23. âyete dayanarak şöyle devam etti: “De ki: Ben bu tebliğime karşı sizden bir ücret istemiyorum; istediğim yalnızca yakınlarıma sevgi göstermenizdir.

Ayetteki “illâ’l-meveddete fi’l-kurbâ” ifadesi Resulullah’ın (s.a.a.) risaletinin karşılığını, Ehl-i Beyt’e sevgi beslemekle sınırlandırmıştır.

Merhum Seyyid b. Tâvus (r.a.), el-Taraif fî Ma‘rifeti Mezâhibi’t-Tavâif adlı eserinin birinci cildinde, Sünnî büyük âlimi Ahmed b. Hanbel’in Müsned'inden naklen şöyle aktarır: “Bir sahâbî, Peygamber Efendimize (s.a.a.) şu soruyu sordu: Sevgileri her Müslümana farz ve vacip kılınan yakınların kimlerdir?” Resulullah (s.a.a.) bunun üzerine Âl-i Muhammed’e işaret etmiş ve yakınların kim olduğunu şöyle açıklamıştır: Ali, Fâtıma ve iki oğulları.

Dolayısıyla Fâtımî matemini ihya etmek ve bu şiarları yaşatmak hem bu mübarek haneye karşı vefanın bir göstergesi, hem de yakınlara sevgi emrinin bir tezahürü olarak Resulullah’ın (s.a.a.) 23 yıllık risaletine karşılık gösterilecek ecir mertebesine ulaşmak anlamına gelmektedir.

Kıyamette nimete karşı verilecek cevap

Hüccetü’l-İslâm Muzafferi, Allah’ın kesin sünnetlerinden birine işaret ederek şöyle ekledi:

“İbrahim Suresi 7. âyete göre, ‘Eğer şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım; eğer nankörlük ederseniz, bilin ki azabım gerçekten çok şiddetlidir.’”

Buna göre Allah’ın değişmez sünneti şudur: Nimete şükür, nimetin artmasına; nankörlük ise ilahî azaba sürüklenmeye sebep olur.

Merhum Allâme Meclisî (r.a.) Bihârü’l-Envâr’ın 24. cildinde nakleder: “Ebû Hâlid Kâbulî, Hz. Bâkır’a (a.s), Tekâsür Sûresi 8. âyetindeki: “Sonra o gün size verilen nimetten mutlaka sorulacaksınız.” ifadesindeki nimetten neyin kastedildiğini sorduğunda, İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Biz o nimetiz ki, kıyamet günü ondan sorguya çekileceksiniz.”

Aynı şekilde Tefsîr-i Furât el-Kûfî’nin 606. sayfasında, İmam Sâdık’a (a.s) Sidîr’in, Tekâsür 8’de geçen nimetin ne olduğunu sorması üzerine İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali’yi ve onun pak soyunu sevmenizdir. Allah kıyamet günü insana şöyle soracaktır: Size Ali’nin ve onun soyunun sevgisini bir nimet olarak verdiğimde, bunun şükrünü nasıl eda ettiniz?’”

Dolayısıyla Sıddîka-i Tâhire’ye (s.a.) matem tutmak ve onun şiarlarını ihya etmek, gerçekte Allah’ın bu büyük nimeti karşısında yapılan bir şükürdür ve kıyamet günü verilecek cevabın fiilî bir hazırlığı sayılır.

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha