Cumartesi 18 Ocak 2025 - 20:37
Neden Dinimiz Bize Bazı Zevkleri Yasaklıyor?

Havza / Dinimizin gereklilikleri ve yasakları, insanı hastalıklardan kurtaran bir doktor reçetesi gibidir ve bunun sonucu da düzenli, medeni ve sağlıklı bir toplumun oluşmasıdır.

Havza Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre, aşağıdaki metin, merhum Ayetullah Misbah Yezdi'nin dini değerlerin kapsamı hakkında yaptığı açıklamaların bir derlemesidir.

İnsan, hayatından faydalanmak için bir değerler sistemine ihtiyaç duyar ve davranışını belirleyen bir dizi gereklilik ve yasakları tanıması ve kabul etmesi gerekir. Ancak genellikle, bu değerlerin belirlenmesi ve tanınmasında farklı görüşler ortaya çıkmakta ve kişiler uygulamada daha iyi bir iş yapmak için gereken azim ve irade konusunda zorluk yaşamaktadırlar.

Her durumda, bir değerler sistemine ihtiyaç duymaktayız ve doğru bir değerler sistemini tanımak, kabul etmek ve inanmak için düşünmeli ve bu meselenin ciddiyetini asla küçümsememeliyiz. Kur'an'a, İslam hükümlerine ve İslami değerlere inananlar, dinin söylediklerine uymaları gerektiğine inanırlar. Onlar yalnızca dinin ne tür emirler verdiğini anlamaya çalışmalıdırlar. Ancak bu cevap, bu konuda meraklı olan ve kafasında birçok soru olan insanlar için pek etkili değildir. Bu kişiler bu cevabı reddedemeseler de, bu cevap onları tatmin etmez.

İçgüdüler, maddi değerler sistemini belirler

İnsanlar genellikle içgüdülerine dayanarak bu "olmalı" ve "olmamalı"ları belirlerler ve içgüdüleri bir şeyi gerektirdiğinde, "Bunu yapmalıyız" derler. Örneğin, bir insan acıktığında içgüdüsü ona "Yemek yemelisin!" der ve bu temele dayanarak "Yemek yemek iyidir" der. Böyle bir insan için "olmalı" ve "olmamalı" kriteri, onun içgüdüsel arzularıdır.

Bir insan dini kabul ettiğinde ve ona inandığında, onun emirlerine saygı duyar; ancak genellikle onun "olmalı" ve "olmamalı"ları üzerinde en büyük etkiye sahip olan şey, arzuları ve diğer bir deyişle hayvani içgüdüleridir. Bu nedenle, dini hükümler, İslami ve yüce değerler, peygamberlerin ve imamların davranışları hakkında oldukça belirsizlik yaşar.

Şii ahlakı üzerine okuduğumuz bir rivayette, başkalarının Şiilerin davranışlarını gördüğünde onların deli olduğunu düşündükleri belirtiliyordu! Hamdolsun ki şimdi Yüce Allah bize bir lütufta bulundu ve hepimizin kalbinde Mevla Ali'ye (a.s) olan sevgiyi yerleştirdi. Ancak biz Mevla Ali (a.s) zamanında olsaydık, O'nun dış görünüşü bizim için ne kadar çekici olurdu ve O'ndan örnek almaya hazır olur muyduk?

Elli - altmış yaşında, alnı secde izinden kabarmış, kaba bir yün elbise giymiş, dokunulduğunda rahatsız eden bir kıyafeti olan bir adamın, elinde kılıçla bir taşın üstünde durup konuşma yaptığı düşünülünce, bu dış görünüş ne kadar çekici olabilir? Biz böyle biri olmaya hazır mıyız? O'nun günde bir kez yediği yemek, kuru bir arpa ekmeği parçasıydı. Bu ekmek o kadar sertti ki güçlü ellerle bile parçalanamazdı ve dizinin üzerine koyup bastırarak kırmak zorundaydı. Küçük bir lokmayı ağzına alıp uzun süre ıslatıp yutulabilir hale getirmesi gerekiyordu. Barınağı da bir avuç tuğla ve çamurdan yapılmıştı; çatısı ise hurma dallarıyla kaplanmıştı.

Hazret, geceleri ağır bir torba içinde ekmek ve hurma taşıyarak fakirlerin kapısına gider ve sabaha kadar yürüyüş yaparken sürekli nafile namazı kılardı. Bu, bizim değerler sistemimizden çok farklı bir sistemdir. Ancak hamdolsun Allah bize en azından Ali'nin (a.s) yaptıklarının doğru olduğunu ve O'nun için bir fazilet sayıldığını bilme nimetini verdi.
Bu dostluk, kurtuluşumuz için tek umudumuzdur. Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Biz de O'na benzemeli miyiz yoksa sadece kalbimizin arzusuna göre mi hareket etmeli ve yalnızca içgüdülerimizi tatmin etmeye mi odaklanmalıyız? Allah insana bu meseleler üzerinde düşünmesi için akıl vermiştir.

İnsanın araçsal ihtiyaçları


Elbette büyüklerimiz de bu arzulara dikkat etmişlerdir ve bunlarla tamamen mücadele etmemişlerdir. Ancak hangi temele ve hangi ölçüte göre? Bazı kişiler insanın farklı istekleri üzerine çalışmalar yapmış ve bunları sınıflandırmışlardır. Bir sınıflandırmada insan ihtiyaçları iki gruba ayrılır: temel ihtiyaçlar ve ikinci dereceden ihtiyaçlar. Bazıları şöyle der: İnsan bedeninin ihtiyaçları temel ihtiyaçlardır. Dolayısıyla yemek, insan için temel bir ihtiyaçtır; çünkü insan yemek yemezse yok olur. Böyle temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra diğer ihtiyaçlar ortaya çıkar. Her ne kadar insanın bedensel ihtiyaçları gerçek bir ihtiyaç olup karşılanması gerekse de, ancak bu ihtiyaçlar, tüm çabamızın harcanması gerektiği anlamında temel ihtiyaçlar mıdır?

Bazı kişiler bu sınıflandırmadan şu sonucu çıkarmışlardır: Tüm planlamalarda, ister kişisel, ister ailevi, isterse de büyük ölçekli olsun, öncelikle insanın bedensel ihtiyaçlarını düşünmeliyiz; çünkü bu ihtiyaçlar temeldir. Bugün İran İslam Cumhuriyeti'ndeki birçok eğitim uzmanı da aynı eğilimi taşımaktadır. Onlar şöyle derler: "İslami bir eğitim sistemi oluşturmak için önce öğrenci ve öğretim üyesinin gıda, sağlık ve hijyen ihtiyaçları karşılanmalıdır. Buradan başlamalıyız. Bu ihtiyaçlar giderilmeden başka bir şey yapılamaz. Çünkü bunlar insanın temel ihtiyaçlarıdır!" Onlar temel tanımını bu şekilde yorumlamaktadırlar. Ancak temel tanımı başka bir şekilde de yorumlamak mümkündür; yani insanın fizyolojik ihtiyaçları önceliklidir ve eğer bunlar karşılanmazsa, davranış sergileyecek ve bir hedefe ulaşacak bir insan kalmaz. Ancak bu ihtiyaçların giderilmesi, bir araçtır. Yani bu ihtiyaçların karşılanması hayatta kalmamız ve daha yüksek hedeflere ulaşabilmemiz için gereklidir.

İçsel rehberlik


Yüce Allah, insanın varlığında fıtrî motivasyonlar yerleştirmiştir ki bu motivasyonlar, temel ihtiyaçların karşılanmasından sonra, yani araçsal ihtiyaçların giderilmesinin ardından, içsel vicdanı tarafından ona ne yapması gerektiğini rehberlik eder. Dolayısıyla, onun için her işi yapmak eşit değildir. Örneğin, çocukta dikkat ve sevgiye duyulan bir ihtiyaç vardır ve eğer anne onunla küs olursa, aç kalmaktan daha zor gelir. İnsan içsel olarak derinliğine baktığında, varlığının derinliklerinde ona ne yapması gerektiği ve ne yapmaması gerektiği konusunda işaretler bulur. Örneğin, insan bilmediğini öğrenmek ister.

İnsan istediği yere gitmek için bir güç sahibi olmayı arzulamaktadır. Sağlığını her zaman korumak ister ve her şeyi yapabilme gücüne sahip olmayı arzu eder. İnsan hasta olduğunda, kim ona iyileşmesi gerektiğini söyler? Acı ve rahatsızlık, onu tedaviye yönlendiren içsel bir etkendir. İnsan fıtraten mükemmel olmayı arzulamakta ve eksiklikten nefret etmektedir. Neden çocuklar dil açtıkları andan itibaren bu kadar çok soru sorarak ebeveynlerini yorarlar? Onlara bilmediklerini sormaları gerektiğini kim söyler? İçsel bir etken onları bu yöne yönlendirir. Allah, bu etkenleri yaratıldığımız amaca doğru ilerleyelim diye içimizde yerleştirdi.

Dini değerler sistemi, en güvenilir sistem

Ancak bu faktörleri tanımak, değerler sistemini belirlemek için yeterli değildir. Sorun, birçok durumda temel ihtiyaçların karşılanması ile fıtrî ihtiyaçların karşılanması arasında bir çelişki çıkmasıdır. Eğer insan maddi ihtiyaçlarını karşılamak istiyorsa, aynı zamanda bilgi ve güç edinmek için de o gücü harcayamaz ve mecburen maddi ihtiyaçlarına bir miktar enerji harcamak zorunda kalır. Değerler sisteminin bu tür bir durumda önemli bir rolü vardır; çünkü insanın çeşitli istekleri çelişkiye düşer ve o da birini önceliklendirmek zorundadır. İnsanların temel ihtiyaçlarını sadece maddi ve fizyolojik ihtiyaçlar olarak görenler, bu ihtiyaçlar karşılanmadan başka şeylerin peşine düşülmemesi gerektiğini savunurlar. Bu görüşler, bu kişilerin maddi bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Bazıları ise sadece insani ve ilahi değerleri savunur, ancak içten içe maddi insanlardır.

Doğru değerler sistemi için akıldan faydalanmak ve çeşitli istekler arasında önceliklendirme yapmak gerekmektedir. Ancak gerçekte, insanın tüm isteklerini sınıflandırmak ve önceliklendirmek oldukça zor bir iştir. Allah bize bir lütuf olarak din göndermiştir ki bu sorunlarımızı çözebilelim. Kuran'da şöyle buyurulur: "Gerçekten biz ona yolu gösterdik. (İnsan/3)" Bizlere yolu aydınlatan ve doğru yolda ilerlememizi sağlayan bir ışık göndermiştir. İşte burada insan, dinin ne büyük bir nimet olduğunu ve peygamberin ve imamın varlığının maddi nimetlerden ne kadar daha önemli olduğunu anlar.

Dinde Farzların ve Haramların Hikmeti

Şimdi tekrar şu soruya döneceğiz: Dinin rehberlikleri ve farzları ile haramları hangi hikmete sahiptir ve neden dinimiz bizi bazı zevklerden alıkoymuştur? Bazen de bu soru ortaya çıkıyor: Eğer Allah bize istediğimiz gibi yaşama özgürlüğü verseydi ve ardından bizi cennete götürseydi, O'nun için bir eksiklik olur muydu? Birçok günaha bulaşan kişi bu tür sözlerle kendini tatmin ediyor. Şöyle diyorlar: "Her ne kadar bu işlerin haram olduğunu söyleseler de, Allah'ın bir kişiyi bir günah yüzünden bin yıl cehenneme göndereceği pek olası değil; inşallah bütün kullarını affedecek ve herkes cennete gidecek!" Bu tür soruların ortaya çıkması nedeniyle, insanın yaratılış amacını tanımamız gerektiğini söyledik. Şunu bilmeliyiz ki, eğer Allah insanı soruda bahsedildiği şekilde yaratsaydı, o zaman böyle bir varlık insan olmazdı. İnsan, ebedi cenneti seçen ve onu inşa eden bir varlıktır.

Bu noktayı başka bir şekilde de ifade edebiliriz. Bazıları, ahiret azaplarının bir sözleşme meselesi olduğunu ve bu sözleşmenin değiştirilebileceğini düşünmektedir. Yani, eylem ile onun cezası arasında gerçek ve varoluşsal bir ilişki yoktur; bu, insanların koyduğu kurallara benzer ve değiştirilebilir. Bu tür bir düşünceye sahip olanlar yanıltıcı bir fikrin içindedirler. Kur'an'da ödül ve ceza terimlerinin kullanılmasının nedeni, bizlere motivasyon sağlamaktır. Aksi takdirde Kur'an, mallarını gizleyen ve Allah yolunda harcamayanlar hakkında şöyle der: "O gün o mallar, cehennemde onları yakacak; alınları, yanları ve sırtları da onlarla dağlanacak. İşte, kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler; tadın bakalım, biriktirdiklerinizi." Kıyamet günü bu mallar, onların bedenlerini yakacak ve onlara şöyle denilecek: "Bu, sizin yaptığınız iştir. (Tevbe/35)" Ayrıca, yetim malını zalimce yiyenler hakkında şöyle buyurur: "Gerçekten, yetimlerin mallarını zalimce yiyenler, kendileri için karınlarında ateş yemektedirler. (Nisa/10)" Bu gerçek, ahiret aleminde belirginleşir. Bu sonuç, yalnızca insanların yaptığı bir sözleşmeden ibaret değildir; davranış ile sonuç arasında gerçek bir ilişki vardır. Bu ilişkinin, üzerimizde daha fazla etki bırakması için böyle ifade edilmiştir.

Hz. İmam Humeyni (r.a), nasihatlerinde sıkça vurguladığı bir nokta, Zilzal Suresi'nin son ayetleriydi. Bu ayetlerde şöyle buyurulmaktadır: "Kim, zerre miktarı hayır işlerse onu görür; kim de zerre miktarı şer işlerse onu görür. (Zilzal/7,8) " İmam, insanın en küçük amellerinin bile karşılığını göreceğini vurgulardı. Bu dünyada ektiğimiz tohum, ahirette meyve verecek ve bu tohum ile o meyve arasında tıpkı bir neden-sonuç ilişkisi bulunmaktadır. Bu ilişki, ilmi ve hikmetli bir sistemi içerir. Hatta günahların affı da gerçek anlamını taşır. "Şu veya bu hareket, günahlarınızı affettirir" denildiğinde, bu, "Işığı bir yere yansıttığınızda karanlık gider" demek gibidir; ya da hastaya ulaştığında onu iyileştiren bir ilaç gibidir.

Kur'an "Allah onların kötü amellerini iyiliklere çevirir (Tevbe/70)" buyurduğunda, bu, "Ben bir sistem kurdum ki bu sistemde hayırlı ameller yaptığınızda sonuç olarak kötü amellerin ortadan kalkar" anlamına gelir. O hayırlı amel, o işin özünü değiştirir. Şefaat da, bir salih kulun gerçekleştirdiği bir eylemin, Allah'ın rahmetine nail olma yolunu açtığını ifade eder; bu rahmet, Peygamber (s.a.a) tarafından gerçekleşir. Allah, merhametinin bir gereği olarak şefaat yolunu açmış ve "Eğer İslam Peygamberini seviyorsanız, bu da bir hayır ve ibadet işlemedir." demiştir. Bu davranışın sonucu, Peygamber (s.a.a) aracılığıyla cennete gitmektir. Bu da, oldukça hassas bir hesap sistemi olan gerçek bir düzendir ve her kişiye dahil olmaz (Şefaat edenlerin şefaati herkese fayda etmez. Müddesir/48)

İlahi emir ve yasaklar, insan değerinin belirleyicisi

Bu gerçekleri dinin sağlam temellerine dayanarak incelemek gerekir ki, ilahi emirlerin sadece sözleşmeye dayalı şeyler olmadığını, aksine Allah'ın bize bildirdiği gerçekler olduğunu anlayabilelim. Bu emirler, varlığımızın ne kadar değerli olduğunu ve hayatımızdan ne kadar faydalanabileceğimizi anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Namaz, sadece el, ayak, dudak ve dil hareketlerinden oluşan bir eylem değil midir? Ancak bu namaz, günahların affedilmesine ve cennette yüksek derecelere ulaşmamıza sebep olur. Ama bu hareketler insanı cehenneme götürebilir bir şekilde de yapılabilir. İnsan el ve ayaklarının, yetenek ve enerjisinin ne kadar değerli olduğunu anlamalıdır ki, bunları boş yere harcamasın. "Subhanallah" veya "Ya Allah" demek ne kadar güç gerektirir ki? Ama insan, bu tek kelime ile cennette bir saray satın alabilir. Bu yeteneği, küfür etmek veya boş konuşmak için harcamak ne kadar doğrudur? Temel sorun, kendimizin kıymetini bilmememizdir; Allah'ın bize sunduğu bu nimetlerle neler yapabileceğimizi ve hangi yerlere ulaşabileceğimizi bilmiyoruz.

Geçici zevkler bizi o kadar oyalıyor ki, bu geçici zevklerin Allah'ın hazırladığı cennetten daha iyi olduğuna inanıyoruz (Fakat siz dünya hayatını âhirete tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret hayatı hem çok daha hayırlı, hem de devamlıdır. A'lâ/ 16,17)

Etiketler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha