Havza Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, çocuklar ve ergenler arasında cinsiyet değiştirme eğilimi yeni ortaya çıkan ve önemli bir konu olarak psikoloji, sosyoloji ve kültürel çalışmalar gibi çeşitli bilimsel açılardan kapsamlı ve dikkatli bir incelemeyi gerektiriyor. Bu eğilim, çeşitli etkenlerin karmaşık etkileşiminden kaynaklanmakta olup eğitimciler, aileler ve uzmanlar arasında birçok soruya yol açmıştır.
Bu sorulara yanıt vermek ve konuyu uzman bakış açısıyla analiz etmek amacıyla çocuk ve ergen alanında uzman olan ve bu alanda araştırmalar yapan Sayın Meryem Şahverdi ile bir röportaj gerçekleştirdik. Aşağıda bu kapsamlı söyleşinin tamamını bulabilirsiniz.
Bu röportajda okuyacaklarınız:
• Kız ve erkek çocuklarda cinsiyet değiştirme eğiliminin kökenleri
• Biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyetin uyumu
• Dini öğretilerin bireylerin memnuniyet veya memnuniyetsizliklerine etkisi
• Kız ve erkek çocuklara sahip aileler için cinsiyet memnuniyetsizliğini önlemeye yönelik dini terbiye yaklaşımları
• Cinsiyet kimliğini kabul etmede özgüvenin rolü
• Eğitim sistemindeki rol modellerin cinsiyetlerini kabullenme ve memnuniyetlerine etkisi
Öncelikle bize ayırdığınız bu kıymetli zaman için teşekkür ederiz. İlk olarak şunu sormak isteriz:
Bazı erkek çocuklarının kız olmak, bazı kız çocuklarının da erkek olmak istemelerinin nedeni nedir? Bu durum sadece cinsiyet değiştirme arzusu mudur yoksa daha derin nedenlere mi dayanmaktadır?
Cinsiyet değiştirme isteği ya da cinsiyet hoşnutsuzluğu (gender dysphoria), oldukça karmaşık bir olgudur ve birçok etkenin birleşimiyle ortaya çıkar. Küresel istatistikler bu durumun erkeklerde daha yaygın olduğunu gösterse de İran’daki klinik gözlemler, kız çocuklarının erkek olma yönünde daha fazla eğilim gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu durum, İran toplumuna özgü kültürel ve ailevi normlarla ilişkilendirilebilir.
Cinsiyet değiştirme eğiliminin temelinde şu etkenler yer alıyor:
1. Biyolojik ve psikolojik etkenler
2. Ailedeki yetiştirme tarzları
3. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı
4. Toplumsal ve kültürel faktörler
5. Psikolojik sebepler
6. Dinin etkisi
Biyolojik ve Psikolojik Nedenler
Cinsiyet değiştirme isteği ya da cinsiyet kimliği bozukluğu (cinsiyet hoşnutsuzluğu), bireyin karşı cinsin özellikleriyle sürekli ve yoğun bir şekilde özdeşleşmesi ve kendi cinsiyetinden memnun olmaması durumudur. Bu kişiler, biyolojik cinsiyetleriyle (yani hormonlar ve kromozomlarla belirlenen cinsiyet) kendi iç dünyalarındaki cinsiyet kimliği arasında bir uyumsuzluk hissederler. Başka bir deyişle sağlıklı bir bireyde biyolojik cinsiyet ile cinsiyet kimliği uyum içindedir; fakat trans bireylerde bu uyum bozulmuştur.
Resmî istatistiklere göre, her 30.000 erkekten 1’i ve her 100.000 kadından 1’i cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşamaktadır.
Dünya genelinde erkeklerin cinsiyet değiştirme eğilimi kadınlara göre daha fazla olsa da, İran’daki klinik gözlemler, erkek olmak isteyen kızların sayısının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu farklılık, muhtemelen İran toplumundaki ataerkil kültürel normlar ve belirli sosyal tabularla ilişkilidir.
“Cinsiyet ve cinsiyet kimliği birbiriyle uyumlu olmalıdır” ifadesini biraz daha açıklar mısınız?
Cinsiyet (sex), biyolojik olarak belirlenen bir özelliktir ve inkâr edilemez.
Örneğin doğum anında bir bebeğin dış genital organlarına bakılarak kız ya da erkek olduğu belirlenir. Bu belirleme genetik düzeyde XX kromozomuna sahip olan ve yumurtalıkları bulunan kız bebekler ile XY kromozomuna sahip olan ve testisleri bulunan erkek bebekler üzerinden yapılır. Kadınlar doğurganlık kapasitesine sahiptir; erkekler testosteron üretir.
Bir başka örnekle, 14 yaşındaki bir kız çocuğu ergenliğe girerken ikincil cinsiyet özelliklerini (örneğin göğüslerin büyümesi, regl dönemi vb.) göstermeye başlar. Aynı yaşlardaki bir erkek ise sakal çıkması ve ses kalınlaşması gibi ergenlik belirtileri gösterir.
Cinsiyet kimliği (gender), biyolojik cinsiyetten farklı olup toplumsal olarak inşa edilen bir kavramdır. Örneğin bir ailede 10 yaşındaki bir erkek çocuğuna saat 10’a kadar sokakta futbol oynamasına izin verilirken aynı yaştaki bir kız çocuğu saat 7’de eve dönmek zorundadır. Bu farklı muamele kız çocuğunun “namus” veya “aile onuru” gibi toplumsal beklentilerle sınırlandırılmasından kaynaklanır.
Başka bir örnekte özel bir okulda görev yapan matematik öğretmeni farkında olmadan zor soruları erkek öğrencilere verirken, kız öğrencilerden daha basit soruları çözmelerini bekler. Bu cinsiyetçi yaklaşım toplumda “kadınlar matematikte zayıftır” klişesini pekiştirir.
Ailedeki Yetiştirme Tarzının Etkisi
Cinsiyet hoşnutsuzluğunun (gender dysphoria) oluşumunda en önemli etkenlerden biri de ailedeki yetiştirme biçimidir.
Ne yazık ki bazı ailelerde kız çocuklarının erkeksi davranışları hoş karşılanır. Çünkü bu tür kızlar makyaj yapmaz, erkeklerle yakın ilişki kurmaz ve onların deyişiyle aileye sorun çıkarmaz. Çocukluk döneminde bu durum aile için bir problem teşkil etmez. Ancak ergenlik dönemine gelindiğinde aile kız çocuğundan cinsiyetine uygun davranışlar sergilemesini bekler. Bu noktada sorun ortaya çıkar çünkü kız çocuk artık kendi cinsiyetini kabul etmemeye başlamıştır.
Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığının Etkisi
Toplumda var olan cinsiyet ayrımcılığı, cinsiyet değiştirme isteğini tetikleyen faktörlerden biri olabilir.
Kadınlara yönelik kısıtlamaların yoğun olduğu toplumlarda bazı kız çocukları ve genç kadınlar, erkek olmanın bu sınırlamalardan kurtulmalarını sağlayacağını düşünebilirler. Bu bağlamda öğrenme kuramı (learning theory) şunu öne sürer: Ailelerin çocuk yetiştirme tarzları, çocukların cinsiyet algılarını doğrudan etkileyebilir. Örneğin bir baba erkek çocuk istemektedir ancak kızı olmuştur; bu nedenle kızını erkek gibi yetiştirir. Bu durum çocuğun cinsiyet kimliğiyle ilgili kafa karışıklığına yol açabilir.
Anne Babanın Temel Rolü
Anne ve babalar çocuklarının cinsiyet kimliğinin oluşumunda belirleyici bir role sahiptir.
Ebeveynlerin çocuklarına karşı tutumları, onların cinsiyetine dair beklentileri ve davranış kalıpları, çocuğun kendi cinsiyetine dair algısını doğrudan etkileyebilir.
Bir çocuğun cinsiyetinden memnun olmayan veya çocuğunun karşı cinse özgü davranışlarını öven ebeveynler istemeden de olsa çocuğun ileride cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşamasına zemin hazırlayabilirler.
Toplumsal ve Kültürel Faktörler
Toplum ve kültür de cinsiyet değiştirme eğilimlerinin oluşumunda önemli rol oynar.
Katı cinsiyet rolleriyle tanımlanmış toplumlarda bu rollerle kendini özdeşleştiremeyen bireyler, kendi cinsiyetlerine ait olmadıklarını hissedebilirler.
Toplumun bireylerden cinsiyet rollerine tam uyum beklemesi kişiler üzerinde ciddi bir baskı yaratır. Bu sosyal baskı kişinin cinsiyetinden duyduğu memnuniyetsizliği artırabilir ve kimlik krizine yol açabilir.
Psikolojik Sebepler
Cinsiyet değiştirme eğilimi yalnızca biyolojik ya da toplumsal sebeplerle değil; aynı zamanda psikolojik faktörlerle de ilişkilidir.
Kimlik bozuklukları, çocuklukta yaşanan travmatik deneyimler ve diğer psikolojik rahatsızlıklar, bireyin cinsiyet kimliğinde kafa karışıklığına yol açabilir.
Araştırmalar bireyin Tanrı tasavvuru ve hayata bakış açısı üzerinde çalışmanın cinsiyet kimliği bozukluğunu sürdüren ya da ağırlaştıran bazı içsel faktörleri hafifletebildiğini ve tedavi sürecinde etkili olabileceğini göstermektedir.
Ahlaki ve dini öğretiler, bireyin cinsiyetinden memnun ya da memnun olmaması üzerinde nasıl bir etki yapar?
Dini öğretiler, bireyin kendi cinsiyetine bakışını şekillendirmede önemli bir rol oynayabilir. Din; rehberlik, manevi destek ve iç huzur sağlayarak, bireyin kendi cinsiyet kimliğini kabullenmesine yardımcı olabilir.
Dinin sunduğu insanın yaratılışına dair öğretiler, kişinin kendi varlığını anlamlandırmasına katkı sağlar. Kendi bedenine ve kimliğine bir “emanet” gözüyle bakmak, bireyin cinsiyetinden memnuniyet duymasını güçlendirebilir.
Ancak öte yandan dinin katı ve ayrımcı biçimde yorumlanması bir cinsiyete yönelik aşırı kısıtlamalara yol açabilir. Bu da bireyde cinsiyetinden hoşnutsuzluk duygusunu artırabilir.
Özellikle cinsiyetler arası eşitsizlikleri meşrulaştıran dini yorumlar, bireyin cinsiyet kimliğinden tatminsizlik yaşamasına neden olabilir.
Örneğin; bir dini yorumda erkeklerin kadınlardan üstün olduğu ima ediliyorsa ya da erkeklere daha fazla hak ve ayrıcalık tanınıyorsa kız çocukları ya da kadınlar kendi cinsiyetlerini “eksik” veya “ikinci sınıf” olarak görebilirler. Bu da onları cinsiyet değiştirme düşüncesine daha açık hale getirebilir.
Öte yandan dini metinlerin daha dengeli ve kapsayıcı yorumları hem erkek hem de kadının insanlık onuruna vurgu yapar ve toplum ile ailedeki tamamlayıcı rollerini tanır. Bu tür yorumlar bireylerin cinsiyet kimliklerini daha kolay kabul etmelerine yardımcı olabilir.
Örneğin, İslam’da kadına tanınan haklardan biri nafaka hakkıdır. İran Medeni Kanunu’nun 1106. maddesine göre, kadının mali ihtiyaçlarının tamamını – barınma, giyim, tedavi vb. – karşılamak kocanın sorumluluğundadır, hatta kadın zengin olsa bile. Bu hüküm, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayete dayanmaktadır:
“Çocuk (doğurulan) babanın yükümlülüğüdür; annelerin geçimini ve giyeceklerini sağlamak ona düşer.” (Bakara: 233).
Aynı şekilde İslam’da kadının eğitim hakkı da net bir biçimde belirtilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“İlim öğrenmek her kadın ve erkeğe farzdır.”
Ancak uygulamada bu dini haklarla çelişen toplumsal yaklaşımlar da görülmektedir.
Örneğin: İslam, kadına mehir hakkını tanır (Nisa: 4), fakat kültürel pratiklerde bazı aileler kız çocuklarını düşük mehirle ve erken yaşta evliliğe zorlayarak “ekonomik yükten kurtulma” arayışına girerler. Bu da dinin özündeki adalet ve denge anlayışına aykırıdır.
Erkek Merkezli Dini Yorumların Gözden Geçirilmesi
Tarih boyunca bazı dini metinlerin erkek egemen yorumları, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine zemin hazırlamıştır.
Bu tür yorumların yeniden değerlendirilmesi ve eleştirel bir bakışla gözden geçirilmesi metinlerin indirildiği tarihsel ve toplumsal bağlamın dikkate alınmasını gerektirir.
Örnek olarak, Nisa Suresi 34. ayetin yaygın yorumu olan «Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdırlar» ifadesi, erkeğin kadına mutlak velayet hakkı olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Bu yorum, kadınların kısıtlanması ve baskı altında tutulmasına zemin hazırlamıştır.
Buna karşılık adalet merkezli modern yorumlar ise «kavvamiyet» kavramını, erkeğin ailenin güvenliği ve refahını sağlama sorumluluğu olarak değerlendirir; baskı ve tahakküm olarak değil.
Somut bir örnek olarak Şiraz’da görülen bir dava, bu iki farklı yorumun tamamen zıt sonuçlara yol açabileceğini göstermektedir.
Bu davada bir erkek Nisa Suresi 34. ayetin geleneksel yorumunu gerekçe göstererek eşinin çalışma hayatını sınırlamak istemiştir. Ancak hakim, Allame Tabatabai’nin “El-Mizan” tefsirine dayanarak kadının çalışma hakkına karar vermiştir.
Allame Tabatabai “El-Mizan” tefsirinde, «kavvamiyet» kavramını adalet şartına bağlamış ve erkeğin ancak adil davrandığı sürece velayet rolünü üstlenebileceğini savunmuştur.
Bu örnek dini metinlerin modern ve adalet odaklı yorumlarının kadın haklarının korunması ve cinsiyet adaletinin sağlanmasında belirleyici rol oynayabileceğini ortaya koymaktadır.
Dini eğitim yoluyla, kız ve erkek çocuğa sahip ailelerde cinsiyet memnuniyetsizliğinin önlenmesi için hangi yöntemler uygulanmalıdır?
İki çocuklu, bir kız ve bir erkek çocuğa sahip ailelerde kız ve erkeğin kendi cinsiyetlerinden memnun olmaları için birkaç çözüm yolu vardır.
Örneğin, ev işleri kız ve erkeğin yeteneklerine göre -cinsiyetlerine göre değil- paylaştırılmalıdır.
Bu noktadan yola çıkarak, 12 yaşındaki bir erkek çocuğu yemek yapmayı öğrenmeye teşvik edebiliriz ve aynı zamanda 14 yaşındaki kız çocuğuna evde elektrik tamiri öğretebiliriz. Bu yöntem ev işlerini bizzat kendisi yapan İmam Ali’nin (a.s) sünnetinden alınmıştır.
Mali kaynakların yönetiminde ise baba aylık maaşının %50’sini doğrudan kızının hesabına yatırabilir, böylece kız, mali yönetimi öğrenir. Bu uygulama kadınların finansal bağımsızlığı ile ilgili olan “Kadınlara, mehirlerini gönüllü olarak verin.” (Nisa: 4) ayetine dayanır.
Kız ve erkek çocuklar aynı aile içinde cinsiyet ayrımı olmadan ortak faaliyetlerde bulunmalıdırlar.
Örneğin bir aile her cumartesi hem oğlunu hem kızını dağa yürüyüşe götürür. Bu uygulama kızı Fatıma (s.a) ile sosyal etkinliklere katılan Peygamberimizin (s.a.a) sünnetinden esinlenilmiştir.
Ehl-i beyt’in (a.s) eğitim yaklaşımında, Hz. Fatıma (s.a) hem annelik rolünü yerine getiren hem de siyasi alanda aktif rol alan kapsamlı bir örnektir. Ayrıca kadınların da bulunduğu ilmî halkalar oluşturan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) yöntemi de örnek alınabilir.
Cinsiyet kimliğinin kabulünde özgüvenin rolü nedir? Özgüven eksikliği bireylerin cinsiyetlerini değiştirme arayışına girmelerine sebep olabilir mi?
Özgüven, cinsiyet kimliğini kabul etmede önemli bir role sahiptir. Yeterli özgüvene sahip olmayan kişiler kendilerini değiştirmek için cinsiyet değişikliği gibi yollar arayabilirler. Özgüven eksikliği; cinsiyetle ilgili olumsuz deneyimler, zorbalık, ayrımcılık veya aile ve toplum tarafından kabul görmeme gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir.
Bu nedenle özgüvenin güçlendirilmesi bireylerin cinsiyet kimliklerini kabul etmelerine yardımcı olabilir. Bu, aile ve okulda destekleyici bir ortam oluşturmak, bireyin yetenek ve becerilerini cinsiyet gözetmeksizin teşvik etmek ve aynı cinsiyetten başarılı modeller sunmak yoluyla sağlanabilir.
Cinsiyet kimliği bozukluğu durumlarında ise psikolojik tedaviler etkili olabilir. Araştırmalar cinsiyet kimliği bozukluğunun başarılı psikoterapi ile tedavi edilebileceğini ve bu sayede cinsiyet kimliğinin daha iyi kabul edilmesine yardımcı olunabileceğini göstermektedir.
Eğitim sistemi bu konuda ne gibi bir rol oynar ve yanlış modellerin yeniden üretilmesine neden olabilir mi?
Ders kitapları, kültür ve değerlerin gelecek nesillere aktarılmasında en önemli araçlardan biri olarak sosyal tutumların şekillenmesinde eşsiz bir role sahiptir. Ne yazık ki bazı ders kitaplarının içeriği incelendiğinde örneğin 3. sınıf Farsça kitabı ve 7. sınıf Fen Bilimleri kitabında, cinsiyet rollerine dair klişeleşmiş tasvirler gözlemlenmektedir.
“Sevgi Dolu Baba” hikayesinde erkek ekmek getiren, kadın ise aşçı olarak resmedilir; bu imaj, Fen Bilimleri kitabında erkeklerin mühendis, kadınların hemşire olarak gösterilmesiyle tekrarlanıp pekiştirilmektedir. Bu sınırlı ve tek boyutlu tasvirler kadınların ve erkeklerin potansiyel yetenek ve kapasitelerinin eksik ve gerçek dışı bir görüntüsünü sunar ve öğrencilerin zihninde cinsiyet eşitsizliği inançlarının pekişmesine yol açabilir.
Önerilen düzeltme ve iyileştirme yolları:
• Müslüman kadınların başarılı örneklerinin tanıtılması: Fen Bilimleri kitabında, Müslüman kadın bilim insanları gibi örneklerin tanıtılması kız öğrenciler için ilham kaynağı olabilir ve kadınların bilimsel yeteneklerine dair klişe inançlara meydan okuyabilir.
• İslam tarihindeki öncü kadınlar hakkında derslerin eklenmesi: Ders kitaplarına Hazreti Hatice’nin (s.a) sosyal ve ekonomik faaliyetlerini anlatan derslerin eklenmesi, kadınların toplumun farklı alanlarındaki rollerini ön plana çıkararak öğrencilere çeşitli rol modeller sunabilir.
Sonuç olarak aile ortamında cinsiyet kimliğinin şekillenmesinde ailenin merkezi rolüne dikkat edilmelidir; bu kimliğin aile ortamında yeniden tanımlanmasına özel önem verilmelidir. Örneğin: “Bir Gün Değişim Projesi” uygulanabilir; bu projede erkek çocuklar, kız kardeşlerinin günlük alışveriş sorumluluğunu üstlenir.
• Kadın müctehidlerin öncülüğünde fıkıh çalışma gruplarının oluşturulması: Kadınlarla ilgili hükümlerin gözden geçirilmesi ve yeniden okunması amacıyla kadın müctehidlerin ve uzmanların katıldığı çalışma grupları kurulması önerilmektedir. Bu yaklaşım toplumun güncel ihtiyaçlarına uygun, çeşitli bakış açılarından yararlanmayı sağlayarak fıkhî temellerin daha derin anlaşılmasını ve cinsiyet adaletine uygun yeni yorumların sunulmasını mümkün kılar.
Röportaj: Semira Gölkar
yorumunuz