Havza Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre, Cannes gibi festivallerde belirli filmlerin seçimi her zaman tartışma ve analiz konusudur. Bir ülkeye, özellikle de İran'a karşı "karamsar" olarak değerlendirilebilecek filmlerin seçilmesi, uluslararası ilişkilerde ve konulara dair kamu anlayışında ciddi gerginlikler ve zorluklar yaratmaktadır. Bu durum, sanatın siyaset ve ideoloji ile nasıl etkileşimde bulunduğunu sorgulamaktadır.
Araştırmacı ve medya uzmanı Hüccet-ül İslam Ali Kahramani, Havza Haber ajansı ile yaptığı röportajda, Cannes Festivali ve İran'a karşı karamsar filmlerle ilgili ortaya atılan eleştirilere dair kapsamlı ve analitik bir bakış açısı sunarak aşağıdaki soruları yanıtlamıştır:
• Medya alanındaki geçmiş deneyiminiz ışığında, 2025 Cannes Festivali'ni ve İran'a karşı karamsar filmlerin seçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Sizin görüşünüze göre, Cannes gibi festivallerin karamsar filmleri seçmedeki asıl amacı nedir? Sadece sanatsal bir boyut mu taşımaktadır yoksa bu seçimlerde siyasi ve ideolojik hedefler de etkili midir?
• Neden bazı İranlı film yapımcıları karamsar filmler yapmaya yönelmektedir? Bu bağlamda nasıl motivasyonlar olabilir?
• Cannes Jüri Başkanı, Altın Palmiye'nin Cafer Penahi'ye, "filmin sinema dili veya estetik değerleri" nedeniyle değil "yönetmenin siyasi durumu ve kişisel yaşamı" nedeniyle verildiğini kabul etmiştir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu durum, sanatın siyasi amaçlar için istismar edildiğini mi göstermektedir?
• Medya alanında çalışan bir talebe olarak, İran hakkında film yapmak isteyen genç film yapımcılarına ne tavsiye edersiniz?
Hüccet-ül İslam Ali Kahramani'nin yanıtları:
Oscar ve Altın Palmiye gibi prestijli ödüller, genellikle Batılı film yapımcılarına "toplumlarına olan açık bakışları" nedeniyle verilmektedir.
Bu yaklaşım, "Amerikan yaşam tarzı" veya "Amerikan rüyası" çerçevesinde yer alan filmleri ödüllendirmektedir.
• Batılı Ödüller ve İdeolojik Öncelikler
Bu bağlamda, büyük günahlar, özellikle eşcinsellik gibi unsurlar belirgin bir şekilde öne çıkmakta ve bu konulardaki filmler daha fazla görünürlük kazanmaktadır. Avrupalı ve Amerikan oyuncular da bu durumu röportajlarında dile getirmiştir.
Diğer ülkelerden gelen eserler ise genellikle ya kendi toplumlarına dair özel bir karamsarlık sunuyorsa ya da Batılı yaşam tarzı çerçevesinde hareket ediyorsa dikkat çekmektedir.
Örneğin, Asgar Ferhadi'nin İran toplumuna dair karamsar bir bakış açısı sunduğu filmleri birçok kez ödül almış veya aday gösterilmiştir. "Nadir'in Simin'den Ayrılması" gibi filmler bu alanda yer almaktadır. Ancak "Geçmiş" adlı filmi, yurt dışındaki İranlıları eleştirme çabalarına rağmen, Abdullatif Kişiş'in "Adil'in Hayatı" filmiyle kıyaslandığında kaybetmektedir (bu film iki eşcinsel arasındaki cinsel sorunlara odaklanmaktadır).
Aslında, Batılı idealleri ve yaşam tarzını daha iyi yansıtan Batı politikalarının sahasında oyun oynayan film kazanıyor.
• Sanat ve Medya Tek Taraflı Bir Övgü İçinde
Batı politikaları, her zaman kendisini cennet olarak tanımlarken diğer ülkeleri cehennem olarak tanımlamaya dayanmaktadır. Bu durum, sanki Batı'nın merkezde olduğu büyük bir kuleyi sergilemektedir. Tüm bakışlar da bu kuleye yönelmelidir.
Eğer biri bu kuleye eleştiri getirirse (herkesin gözünde güzel görünmesi gereken), yalnızca eleştirilmekle kalmaz, aynı zamanda ödül almayabilir veya sahadan çıkarılabilir.
Hangi yönetmen, yapımcı ve medya çalışanı Batı'yı eleştirerek ve Batı'nın hayallerini ve ideallerini sorgulayarak dünya medyasında ödüllere ulaşmıştır?
Batı genellikle sanat ve medyada kendisini övmekten başka bir bakış açısının görülmesine veya duyulmasına izin vermemektedir.
Eleştirel görüşlerin kabul edilmemesi, hatta kendi ünlü oyuncularının dışlanması ve onları medya sahnesinden çıkarma çabaları ile şikayetlerin gündeme getirilmesi, tüm bunlar kontrol ve anlatılarda tekdüzelik sağlama çabalarının işaretleridir. Karşıt seslerin duyulması istenmemektedir.
Sinema alanında var olan örneklerden biri, iki eseri seçilen Rüstayi'nin çalışmalarıdır. Bu eserler, İran toplumunun karamsar bir görünümünü yansıtmaktadır. Bu yönetmenin son eserlerinde, elbette bu olgunun sadece İran'a özgü olmadığını belirtmek gerekir. Örneğin, Tunus kökenli yönetmen Abdullatif Kişiş, Batı sinemasında kendi kuralları ve standartlarıyla "Geçmiş" adlı film ile Asgar Ferhadi'nin eserleriyle rekabet etmiş ve bu eserleri ödül almayı başarmıştır.

• Ödüller Uğruna Karamsarlık
Örneğin, Güney Kore sinemasında, Amerika Birleşik Devletleri'ne benzer bir durum söz konusudur. Amerikan akımlarına uyum sağlama çabalarına rağmen, Kore'de toplumun olumlu bir görüntüsünü sunan filmler nadiren görülmektedir. "Parazit" gibi ödül alan filmler, Kore toplumunu son derece olumsuz bir şekilde tasvir etmektedir ve bu durum diğer ülkelerde de gözlemlenmektedir.
Görünüşe göre, ödül kazanmak için sanatçılar ya tüm dinlerin öğretileriyle çelişen günahkâr ve anti-kültürel temalara yönelmekte ya da kendi toplumlarından karamsar ve hoş olmayan bir görüntü sunmak zorundadır. Aksi takdirde, sinema akademileri, ister Oscar, ister Cannes olsun, ödüllerini sadece kendileriyle aynı görüşte olan sanatçılara vermektedir.
Bu sanatçılar arasında, Batı'ya karşı ciddi, stratejik ve temelli eleştirilerde bulunanlar veya Batı'nın kutsal inançlarına, örneğin eşcinselliğe ve liberal üst sınıfın Amerikan yaşam tarzına eleştirenler engellerle karşılaşmakta; yalnızca ödül alamamakla kalmayıp, aynı zamanda kısıtlamalarla da yüzleşebilmektedirler. Hatta birçok tanınmış Batılı oyuncu, bu bakış açısı ve bazı Batı normlarının kutsallığını zedeledikleri için işsiz kalmıştır.
• Sinemada Yenilikçilik Politikacılığa Kurban Gidiyor
Benim tavsiyem şudur: Öncelikle Batı'yı olduğu gibi tanımalıyız; bir Batılı bireyin yerel bir sanatçıya desteğinin, o sanatçının yeteneklerinden kaynaklandığını düşünmemeliyiz. Zira "Avatar" gibi güçlü filmlerle zayıf filmler arasında yapılan karşılaştırmalarda gördüğümüz gibi, bazen daha güçlü eserler bir kenara itilirken ödüller zayıf eserlerin eline geçmektedir. "Avatar" filmine bakalım; bu eser tüm yenilikleri ve görsel efektleriyle birlikte bazı sanatsal ve teknik açıdan çok daha zayıf filmler karşısında ayakta kalamamıştır. Bu başarısızlığın nedenlerinden biri, "Avatar"ın Amerikan ordusunun militarizmi ve şiddet yanlısı tutumlarına yönelik eleştirisidir.
Filmdeki Na'vi karakterleri, sömürü ve şiddetle karşılaşan yerli Amerikan halklarının bir yansımasıdır. Bu eleştiri ve doğru temsil, güç ve servetin çirkin yüzünü sergilemektedir. Ancak gerçekten de böyle eleştirilerin prestijli festivallerde bir yeri var mı?
Gerçek şu ki, bazen ödüller, bize Batı'nın ideallerini gösteren filmlere verilmektedir. Bu filmler izleyicilere güzellik ve ihtişam dolu bir dünya sunmaktadır. Bu bağlamda, bir sanatçıya ödül verildiğinde, izleyiciye iletilen mesaj aslında belirli ideallerin peşinden koşulması gerektiğidir. Bu ortamda, güç, servet ve siyasi sistemler hakkında ortaya atılan eleştiriler kolayca göz ardı edilebilir ve bu durum sinema ödüllerinde açıkça kendini göstermektedir.
• Kendini Küçümseme
Sanatı mı Yoksa Taahhütlü Sanat mı?
Sanat ve kültür dünyasında bazı sanatçılar, toplumlarının olumsuz yönlerini sergileyerek daha fazla dikkat çekmeye çalışmaktadırlar. Günümüzde sosyal medya platformları, özellikle İnstagram, bu sürecin bir örneğini sunmaktadır. Bu içeriklere derinlemesine baktığımızda, mizah ve eğlence eserlerinin büyük bir kısmının kendini küçümseme üzerine kurulu olduğunu görmekteyiz; aslında sanat bu ortamda kaderi değiştirme ve sahte rekabetler yaratma aracı haline gelmiştir.
Ancak bu tür bir bakış açısı egemen olsa da, topluma olumlu etkiler yaratma ve kendi kültürlerini geliştirme peşinde olan önde gelen sanatçılar hâlâ bulunmaktadır.
Hadi Çupan, bu örneklerden biridir. O, özveriyle ve bu toprağın köklerine ve değerlerine dikkat ederek önemli bir noktaya değinmiştir: "Biz bu ülkede büyüdük ve eğer bir yere ulaştıysak, bu toprakların koşul ve imkanlarına borçluyuz." Bu sözü, kültürel ve tarihi mirasımıza değer vermenin ve vatandaşlarımız için daha iyi bir gelecek inşa etme çabasının gerekliliğini hatırlatmaktadır.
Bu tevhidî ve derin bakış açısı, kadim kültürümüzde kök salmıştır ve bu diyarın sanatında ve edebiyatında açıkça görülebilmektedir.
Yıkım ve suçlama yerine, ulusal ve kültürel kimliğimizi inşa etmeye ve geliştirmeye odaklanmalıyız. Bu yüksek bakış açısı, bize sağlam ve kararlı insanların, insanlık ve zengin kültürlerine saygı göstererek yetiştirildiğini hatırlatır; ekmeklerini ve geçimlerini, toplumu daha iyi hale getirme çabasıyla kazanırlar.
Buna karşılık, sadece başkalarını karalamak peşinde olan küçük düşkünler, yalnızca kendilerini değil, tüm toplumu çöküşe sürüklerler. Dolayısıyla seçim bizdedir: Statükoya ve yıkıma mı katkıda bulunmak istiyoruz, yoksa kültürel gelişimimiz ve güzelliğimizle mi devam etmek istiyoruz?
yorumunuz