Havza Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre iki yıl önce 7 Ekim'de gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu'nun önemli sonuçlarından biri insan bilimleri ve İslam bilimleri alanında düşünürler arasında "direniş teolojisi" konusunun yeniden gündeme gelmesidir. Bu konu hâlâ belirli bir kitle arasında benzersiz cazibeler taşımaktadır. Bazıları sosyal işlevleriyle ilgili soyut tartışmaların ötesine geçerek görüşlerini sunarken bazıları da bu kavramı toplumun farklı alanlarında yaygınlaştırma çabası içindedir.
Direniş Teolojisine Dikkatte Bir Dönüm Noktası
Gazeteci ve Medya Aktivisti Danyal Basir şu görüşü savunuyor: "Bu iki yıl boyunca meydana gelen eşsiz ve nadir felaketlere rağmen, Aksa Tufanı ile başlayan ve bu bölgedeki Müslümanların işgalci Siyonist rejime karşı gösterdiği olağanüstü direnişle birlikte devam eden Gazze halkının zaferi 'direniş teolojisi' temelinde bir sebat ve direniş hareketi olarak tanımlanabilir."
Basir, bu bağlamda direniş teolojisinin dini öğretilere dayandığını ve her şeyden önce tevhid ve Yüce Allah'a iman ile ilahi yardıma inanma üzerine kurulu olduğunu belirtti ve şöyle dedi: "Şüphesiz ki direniş teolojisi, Allah bilgisi, bilgi teorisi, rehberlik bilgisi, insan bilgisi, dünya bilgisi ve varlık bilgisi gibi temellere dayanmaktadır ve bu bileşenlere özel bir dikkat gösterilmesi gerekmektedir."
Zulüm Sistemine Adalet Merkezli Bir Yaklaşım
Basir şunları vurguladı: "Ayrıca direniş teolojisinin dünya görüşü temellerinde, dünyanın adalet üzerine kurulması, zulüm sistemine karşı durmak, bireysel ve toplumsal hayatta yaşanan her türlü zulme karşı mücadele etmenin esas bir merkez olduğu da belirtilmelidir. Zira direniş, bir hak olarak batıl cephenin zulmüne karşı bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır ve direnişin ve sebatın sonucu onur ve zaferdir. Bu bağlamda, Kur'an-ı Kerim'in Al-i İmran Suresi'nin 146. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
"Ne çok peygamber vardır ki, Allah'ın dostları onlarla birlikte savaşa gitti ve Allah yolunda kendilerine ne gelirse gelsin, gevşeklik göstermediler, zayıf düşmediler ve boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever."
Medya aktivisti ve araştırmacısı ayrıca şunu söyledi: "İlginç olan, Yüce Allah'ın başka ayetlerde onları tevhid dininde sebat etmeye ve kulluk yoluna hiçbir tereddüt göstermeden bağlı kalmaya davet etmesidir. O, 'Ey Resulüm!' diyerek, senin de sebat etmen gerektiğini ve seninle birlikte Allah’a yönelenlerin de sebat etmesi gerektiğini belirtmektedir. Allame Tabatabai (ra), bu ayetin üslubunun sert olduğunu ve ayette hiçbir merhamet belirtisi olmadığını ifade etmektedir. Yani Allah bu isteği kesin olarak kabul etmiş ve tüm müminlerden direniş ve sebat talep etmiştir."
İçsel Birliktelikten Etkili Bir Model Sunumu
İslami Kültür ve Düşünce Araştırma Enstitüsü'nde öğretim üyesi olan Hüccet-ül İslam vel-Müslimin Muhammed Kaşizade, tevhid merkezli direniş teolojisinin sadece iman ve ilahi velayete dayanmakla kalmayıp aynı zamanda ulusal unsura da özel bir dikkat göstererek milletin içsel birliğine dair bir model sunabileceğini belirtti ve şöyle dedi: "Dış düşmana karşı zafer sonrası genellikle zamanla çöken geçici ve tepkisel birliklerin aksine direniş teolojisi ilahi velayetin sürekliliği olarak velayet-i fakih ilkesine dayanarak, kimlik, inanç ve sosyal bağlılığın sürekliliğini garanti etmektedir."
Hüccet-ül İslam Kaşizade şöyle ekledi: "Şüphesiz ki böyle bir model, İslami inançların kökleri ve medeniyet temellerinin birleşimiyle, İslam temelli bir milliyetçilik türü oluşturma kapasitesine sahiptir. Bu kavram, etnik köken veya geçici çıkarlar üzerine değil inanç kimliği, velayet aklı ve milletin din ve ilahi liderlikle olan tarihi-kültürel bağları temelinde şekillenir. Sonuç olarak direniş teolojisi, dış tehditlere karşı ulusal birliğe duyulan ihtiyacı karşılamakla kalmayıp aynı zamanda yeni İslami medeniyeti inşa etmek için sürdürülebilir bir model sunabilir."
Velayet-i Fakih Anlayışına Dayanan Bir Kavram
İslam Kültür ve Düşünce Araştırma Enstitüsü öğretim üyesi, direniş teolojisi çerçevesinde, velayet-i fakih'in ilahi velayetin sürekliliği olarak ele alındığında, velayetin yalnızca bir siyasi mekanizma değil, aynı zamanda inanan toplumu içten bir şekilde birbirine bağlayan ilahi bir ip (Hablullah) olduğunu ifade etti ve derin ve sürdürülebilir bir birliktelik oluşturduğunu vurguladı.
Hüccet-ül İslam Kaşizade, bu tür bir bağlılığın yalnızca taktiksel veya milliyetçi birlikteliklerin aksine inanç, ilahi taahhüt ve dini akılcılığa dayandığını belirtti. Ayrıca, bunun İslam temelli bir milliyetçilik türünü şekillendirme kapasitesine sahip olduğunu; bu milliyetçiliğin etnik köken, coğrafya veya geçici çıkarlar üzerine değil, milletin din, velayet ve ilahi ideallerle olan tarihi bağlarına dayandığını ifade etti.
12 Günlük Savaş ve Direniş Teolojisi Unsurlarının Kullanımı
Hüccet-ül İslam Kaşizade, bu modelin somut bir örneğini İran toplumunun siyasi baskılara, savaşlara ve iç-dış tehditlere karşı gösterdiği dayanıklılıkta gözlemlemenin mümkün olduğunu belirtti ve şöyle dedi: "Bu dayanıklılık, İran ile İsrail arasındaki 12 günlük savaş sırasında açık bir şekilde ortaya çıktı. Dış baskılar sonucunda sosyal çöküş beklentilerinin aksine İran'ın ulusal birliği sadece korunmakla kalmadı aynı zamanda İslam Cumhuriyeti'nin stratejik derinliği de arttı."
Hüccet-ül İslam Kaşizade şöyle dedi: "İran İslam toplumu, düşmanların algısında sosyal bağların en zayıf noktasındaydı ve dış baskı ve yabancı nüfuz ile İran halkının direnişinin kırılabileceğini zannediyorlardı. Ancak İran halkının direnişinin dayanıklılığı, bu dönemin İran tarihini velayet-i fakih ve onun toplumsal merkeziliği değişkenlerinden bağımsız olarak yorumlamanın mümkün olmadığını gösterdi."
yorumunuz