Havza Haber Ajansı'na göre 34. Arap Birliği Zirvesi, Arap ülkeleri ve bölgede büyük krizler ve dönüşümlerin gölgesinde dün Bağdat'ta başladı. Bu Zirve, Filistin ve Gazze halkının geçmişten bugüne en kötü koşullarda olduğu bir ortamda gerçekleştirilmektedir. 52 binden fazla Filistinlinin şehit olması ve Gazze'nin %80'inden fazlasının yok olması, kuşatma ve açlık vs. Filistin halkının yaşadığı acıların bir parçasıdır. Arap zirvelerinin geçmişine bakıldığında, bu tür konferansların, dünya üzerindeki Müslümanların durumunu iyileştirme konusunda büyük bir etki yaratacağına dair pek bir umut kalmamıştır.
Bu bağlamda "Kasım Selman el-Ebudi" "Gelişim Rüyası ile Parçalanmış Gerçeklik Arasında Konferanslar" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Yazının metnini aşağıda okuyabilirsiniz:
1964 yılında Kahire'de düzenlenen ilk Arap Birliği Zirvesi ile geçtiğimiz gün Bağdat'ta başlayan son Zirve arasında tam 61 yıl var. Bu iki dönem arasında 1948'deki Nekbe'den bugüne kadar süregelen, Arapların siyonistler tarafından aşağılanması ve siyasi başarısızlık tarihine tanıklık edilmiş ve Filistin ilkesine zulmedilmiştir.
Arap zirveleri, sayıca fazla olmalarına rağmen derin çatışmaların ve görüş ayrılıklarının yansıtıldığı aynalardan başka bir şey olmamıştır. Bu zirvelerin çoğu sanayi, tarım ve enerji gibi alanlarda stratejik anlaşmalara ulaşmak yerine, derinleşen farklılıkların sergilendiği ve hâlâ bir çözüm bulunamayan kronik krizlerin ele alındığı bir alan olmuştur.
Bağdat Zirvesi'nden sadece birkaç gün önce Riyad, Doha ve Abu Dabi'de Donald Trump'ın katılımıyla üç paralel Fars Körfezi İşbirliği Zirvesi düzenlenmiştir. Bu zirveler, Fars Körfezi ülkeleri ile ABD arasındaki ilişkilerde eşi benzeri görülmemiş bir şekilde dört trilyon dolardan fazla değerinde "büyük anlaşmalar" dizisine yol açmıştır. Bu anlaşmalar sadece ekonomik boyutla sınırlı kalmamış, aynı zamanda İsrail ile normalleşme anlaşmaları olarak bilinen İbrahim Anlaşmaları'na yönelik kamu taahhüdü ile de bağlantılı olmuştur. Bu durum, Bağdat zirvesini potansiyel etnik içeriğinden mahrum bırakmıştır.
Araplar, kendi aralarında görüş ayrılıkları varken, Filistin meselesi gibi kader belirleyici kararlar üzerinde nasıl uzlaşabilir? Irak ile Kuveyt arasındaki Abdullah Körfezi meselesi gibi sınır anlaşmazlıkları göz önüne alındığında karmaşık ekonomik meselelerde nasıl uzlaşabiliriz? Kanlı çatışmalar yaşayan Sudan, Libya ve Yemen gibi ülkelerin iç işlerine müdahale eden bazı Fars Körfezi rejimleri varken "Arapların yaralarını sarmak" için yapılan çabalara nasıl güvenebiliriz?
Daha da kötüsü sekiz Arap ülkesi İsrail rejimiyle ilişkilerini normalleştirmiştir. Arapların birliği açısından geriye ne kalmıştır ki Bağdat Zirvesi'nden tek bir ses çıkmasını umalım? Mevcut Zirvenin başarısı, elde edilen sonuçların ciddiyetine bağlı olacaktır.
Eğer bu sonuçlar somut eylemlere dönüşmezse, önceki zirveler gibi olacaklardır: Kağıt üzerindeki formüller ve yeni hayal kırıklıkları için başlıklar.
Önceki Arap Zirvelerinin en önemli olayları ve sonuçları şunlardır:
• 1964 Kahire Zirvesi: Filistinlilerin meşru temsilcisi olarak Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kurulması.
• 1967 Hartum Zirvesi: Üç "hayır" ilanı: Barışa hayır, tanımaya hayır, İsrail rejimiyle müzakereye hayır.
• 1974 Rabat Zirvesi: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak tanınması.
• 1978 Bağdat Zirvesi: Mısır ile İsrail rejimi arasındaki Camp David Anlaşması'nın reddedilmesi.
• 1982 Fes Zirvesi: İşgal altındaki topraklardan geri çekilme karşılığında ilk Arap barış girişiminin başlatılması.
• 2002 Beyrut Zirvesi: Barış planının onaylanması: Normalleşme karşılığında geri çekilme.
• 2007 Riyad Zirvesi: Arap barışı girişiminin kabulü için yeniden talep.
• 2018 Dhahran Zirvesi: Kudüs'ün Filistin'in ebedi başkenti olarak desteklenmesi.
• 2022 Cezayir Zirvesi: Filistin davasının merkeziliği ve Filistinlilerin birliğine destek vurgusu.
Bu sonuçlara rağmen, çoğu hala Arapların arasındaki anlaşmazlıklar ve bölünmelerin etkisi altında kalmıştır. Siyasi farklılıklar uygulamayı engellemiş ve uluslararası değişiklikler, Arapların ortak pozisyonunu zayıflatmış "dayanışma ilanı" ise sadece duygusal sloganlara dönüşerek, gerçekliğin rüzgârlarıyla hızla yok olmuştur.
Artık Arap zirvelerinin sadece söylem rolünden öteye geçip gerçek eyleme yönelme zamanı gelmiştir. Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, gürültülü bildiriler değil, halkın iradesini tercüme eden ve ümmetin parçalarını birleştiren somut adımlardır. Belki de Bağdat Zirvesi, yeni bir Arap döneminin başlangıcıdır, ama bu konuda şüphelerim var...
yorumunuz