Havza Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, 4 Haziran İslam İnkılabı’nın büyük mimarı İmam Humeyni’nin (r.a) vefat yıldönümüdür. O büyük şahsiyet, İbrahim (a.s) gibi zamanımızın putlarını yıktı ve yalnızca İran için değil dünyanın bütün mustazaf milletleri için bir özgürlük örneği oldu.
Bu büyük mücahit ve İslam İnkılabı’nın yüce rehberinin vefat yıldönümü münasebetiyle, İslam Tebliğ Teşkilatı Başkan Yardımcısı Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Ruhullah Herizavi ile bir röportaj gerçekleştirdik.

-İmam Humeyni’nin (r.a) Ahlaki ve İbadet Hayatını Anlatınız
İmam Humeyni’nin (r.a) ahlaki ve ibadî hayatı irfan, ahlak, kulluk ve toplumsal yaşam arasında derin bir bağın eksiksiz bir yansımasıydı. Ancak bu özellikler arasında onun şahsiyetinin tüm yönlerini bir araya getiren temel unsur, Allah için kıyam ve tağuta karşı direniş idi.
İmam tüm tevazusu, merhameti, sade yaşantısı, adalet arayışı ve dürüstlüğüne rağmen zulüm, istikbar (küresel kibir) ve istibdada karşı asla taviz vermedi. Hayatının tamamını Yüce Allah’ın şu emrine göre şekillendirmişti:
“De ki: Sizi sadece bir tek şeyle uyarıyorum: Allah için ikişer ikişer veya teker teker kıyama kalkın!” (Sebe Suresi 46)
İmam Humeyni (r.a) özellikle halkın ezilen kesimleriyle sevgi ve şefkatle ilişki kurar, onlarla içten bir bağ kurardı. Ancak sömürü sistemleri karşısında tavizsiz, net ve cesur bir duruş sergilerdi.
İmam’a göre nefsin tezkiyesi (ahlaki arınma), Allah için kıyam ve fesatla, istikbarla mücadele olmadan eksik ve sonuçsuz kalır. İşte onun ahlaki duruşuyla toplumsal direnişi birleştiren bu yol haritası İmam Humeyni’nin (r.a) örnekliğini kalıcı ve ilham verici bir model haline getirmiştir.
İmam Humeyni’ye (r.a) Göre Gerçek Namaz Ehli Zulüm Karşısında Sessiz Kalamaz
İmam Humeyni’nin (r.a) hayatında ibadet ve maneviyat onun ilahi kıyamının hem dayanağı hem de kaynağıydı. O, gece namazı ve seher ibadetine bağlı, murakabe ve zikir ehli bir insandı; hatta sürgün ve hastalık dönemlerinde bile teheccüd, münacat ve Ehlibeyt’e (a.s) tevessülü asla terk etmedi.
İmam (r.a) yalnızca Kur’ân tilaveti ve tefekkürüyle yetinmez, Kur’ân’ı bireysel ve toplumsal hayatın anayasa ve eylem rehberi olarak görürdü. O, tasavvufi ve irfani eserlerinde – özellikle Âdâbu’s-Salât (Namazın Edepleri) adlı eserinde – namazı yalnızca bireysel bir ibadet değil Allah’a doğru bir seyr-u sülûk ve adalet uğruna kıyamın zemini olarak tanımlamıştır.
İmam Humeyni’ye (r.a) göre gerçek namaz kılan biri, zulüm karşısında sessiz kalamaz. İşte bu anlayış onun şahsî ibadetinden evrensel bir direniş ve inkılap doğurmuştur.
İmam (r.a) bu kulluk, adalet ve direniş ilişkisini yalnızca teoride değil fiilen de yaşamış bir örnekti. Yoksullara ilgi, israftan kaçınma, âlimlere hürmet, takva ve imanla çocuk eğitimi, güç odaklarından bağımsız duruş gibi ilkeler onun sürekli gözettiği temel prensiplerdi. O, takva ruhunu toplumun kalbine yerleştirmiş ve manevî yolculuğuyla sadece bir siyasî rehber değil aynı zamanda salih bir kul ve ümmet için mânevî bir rehber olmuştur.
İmam’ın (r.a) hayatı bize şunu gösterdi: Tevhid toplumu ancak maneviyat ve kıyamın birlikte varlığıyla kurulabilir. İşte bu anlayış bugün hâlâ imanlı ve özgürlük sevdalısı nesillerin yolunu aydınlatan bir örnektir — ve bu bakış açısının eksikliği günümüz toplumunda derinden hissedilmektedir.

-İmam Humeyni’nin (r.a) Amerika ile Müzakere Konusundaki Görüşü Neydi?
İmam Humeyni’nin (r.a) Amerika ile müzakere konusundaki görüşü emperyalist sistemin doğasına ve özellikle ABD’nin istikbarcı (küresel kibir taşıyan) davranışlarına dair derin bir tahlile dayanıyordu. O, Amerika’yı sadece düşman bir devlet olarak değil “Büyük Şeytan” olarak nitelendirmişti. Bu tanımı ilk kez 1979’da “casus yuvası” olarak bilinen ABD Büyükelçiliği’nin işgali sonrasında kullanmış ve ömrünün sonuna kadar bu tavrını sürdürmüştü.
İmam’a (r.a) göre Amerika zorbalığın, müdahaleciliğin ve uluslararası yolsuzluğun sembolüdür. Bu yüzden, bu zorba karakterini değiştirmediği sürece onunla müzakere anlamsız ve zararlı olur. 1988 yılında yaptığı açık bir konuşmada şöyle demiştir:
“Biz sonuna kadar ayaktayız ve Amerika ile ilişki kurmayacağız; ta ki insan olsun, zulümden el çeksin, kalkıp dünyanın öbür ucundan Lübnan’a gelmesin ve elini Körfez’e uzatmasın. Amerika bu haldeyken ve İsrail varken biz onlarla birlikte yaşayamayız.”
(Sahife-i İmam, cilt 19, s. 95)
Bununla birlikte İmam Humeyni (r.a), dış politikada esas olanın devletler ve milletlerle ilişki kurmak olduğunu, iletişimsizliğin bir istisna olduğunu vurgulamıştır. Mesela ideolojik olarak İslami sisteme tamamen zıt olan, dine karşı katı bir tutumu olan Sovyetler Birliği ile ilişkileri kesmemiştir. Hatta 1989’da Sovyet lideri Gorbaçov’a tevhidî değerlere davet içeren tarihi bir mektup göndermiştir.
Özetle İmam Humeyni’ye (r.a) göre uluslararası ilişkilerde açık ve dengeli diyalog esastır; ancak istikbarî, sömürücü ve saldırgan güçlerle uzlaşma, bu güçler tabiatlarını değiştirmedikçe kabul edilemezdir. Amerika ile müzakereye karşı çıkışı kör bir düşmanlıktan değil ahlaki ve stratejik bir bilinçten kaynaklanan kararlı bir duruştu.
İmam Humeyni’nin (r.a) düşünce sisteminde mutlak şekilde meşruiyeti olmayan yalnızca iki rejim vardı: Siyonist rejim (İsrail) ve Güney Afrika’daki apartheid rejimi. Dolayısıyla İmam’ın Amerika’ya yönelik tutumu da kapsamlı bir düşmanlıkla değil bu ülkenin İran milletinin izzetine, bağımsızlığına ve çıkarlarına karşı tutumu ile ilgiliydi.
İmam (r.a) defalarca uyarmıştı ki Amerika ile müzakere ve ilişki kurmak, eğer bu ülke istikbarcı yapısını sürdürüyorsa yalnızca aldatma ve ihanete yol açar.
Ancak İmam bazı özel ve zarurî şartlarda müzakere ihtimalini tamamen reddetmiyordu. Bunun çarpıcı örneği, İran-Irak Savaşı sırasında gerçekleşen McFarlane görüşmesidir. Bu görüşmeler sınırlı, gizli ve aracı vasıtasıyla yapılmış ve asıl amaç, İran’ın savunma ve silah ihtiyaçlarını karşılamak olmuştur – dış politikanın yönünü değiştirmek değil.
Ne var ki görüşmelerin ardından Amerikan tarafının samimiyetsizliği ortaya çıktığında, İmam (r.a) müzakerelerin devamına kesin olarak karşı çıkmıştır. O her zaman şunu vurgulamıştır: "Her türlü müzakere ancak milli izzet, devrim ilkeleri ve tam bir basiretle yapılabilir; asla saflıkla veya zayıflıktan kaynaklanmamalıdır."
Hayatının son yıllarında İmam (r.a) Amerika’nın İran İslam Cumhuriyeti ile ilişki kurmaya ihtiyaç duyduğunu fark etmişti. Ancak defalarca uyararak böyle bir ilişkinin ancak güçlü bir konumdan ve Amerika’nın karanlık geçmişi dikkate alınarak kurulabileceğini söylemiştir.
Sonuç olarak İmam Humeyni’ye (r.a) göre müzakere ancak şu şartlarla kabul edilebilirdi:
• Karşı tarafın tutumu ve davranışları gerçekten değişmiş olmalı,
• Görüşmelerin sonucu İslam’ın ve İran milletinin menfaatine hizmet etmeli.
Bu bağlamda İmam’ın (r.a) yaklaşımı dengeleyici ve şartlara bağlıydı:
Ne mutlak müzakere karşıtlığı ne de koşulsuz kabullenme.
Asıl ölçü izzet, bağımsızlık ve İslam İnkılabı’nın ilkelerinin korunması idi.

İmam Humeyni’nin (r.a) Havza Hakkındaki Kaygıları ve Endişeleri
İmam Humeyni (r.a) derin ve medeniyet temelli bir bakışla İlim havzalarını, nübüvvet mirasını taşıyan “nâb-i Muhammedî İslam”ın atan kalbi olarak görüyordu. Ona göre havzaların rolü sadece ilmî değil aynı zamanda toplumu hidayet etmede, imanlı bireyler yetiştirmede, İslamî düşünce üretmede ve küresel istikbar cephesine karşı durmada vazgeçilmez derecede merkezi idi.
İmam’ın en büyük kaygısı şuydu: Eğer ilim havzaları asıl görevlerini unuturlarsa İslam yavaş yavaş halkın hayatından silinir.
İmam Humeyni’ye (r.a) göre bir havza yalnızca fıkıh hükümleri çıkaran fakihler değil aynı zamanda İslam toplumunu yönetecek rehberler yetiştirmelidir. Yani havza sadece bireysel vaiz değil İslam medeniyetinin mühendisi olmalıdır.
Bu çerçevede İmam (r.a) din ile siyasetin ayrılmasına kesinlikle karşıydı. Bu ayrımı, İslam düşmanlarının özellikle dini sınıfı etkisizleştirme ve saf dışı bırakma planının bir parçası olarak değerlendirirdi.
İmam, İlim Havzalarının Halktan Kopmasından Derin Endişe Duyuyordu
İmam Humeyni (r.a) ilim havzalarının halktan uzaklaşması konusunda derin endişeler taşıyordu. Ruhaniyet Manifestosu’nda uyarıda bulunarak talebelerin siyasî ve toplumsal konulardan uzak kalmasının ilim havzalarının acıdan ve sorumluluktan uzak, duyarsız bir kurum haline getireceğini ifade etti.
Ayrıca ilim havzalarının maneviyattan ve sade yaşantıdan kopması, lüks ve rahatlığa düşmesi hususunda da çok kaygılıydı. İmam (r.a) defalarca bozulmuş ve dünyevileşmiş ruhaniyetten bahsederek şöyle demiştir: “Bu sapkın kesimin tehlikesi, her tehlikeden daha büyüktür.”
Çünkü eğer dini görevde dünyevileşme ve çıkarcılık yaygınlaşırsa halkın güveni sarsılır ve bu inkılaba telafisi mümkün olmayan zararlar verir.
İmam’ın (r.a) diğer önemli bir endişesi de havzalarda fikrî donukluk ve katı taassuptu. O, zamanın ihtiyaçlarına uygun, dinamik ve canlı bir içtihad anlayışı talep ediyor ve talebelere de güncel meseleleri doğru kavrayarak dini düşünceyi yeniden üretmelerini öğütlüyordu.
Bununla birlikte sapkın ve çarpıtıcı düşüncelerin havzaya girmesinden de endişe ediyordu ve Ehlibeyt (a.s) öğretilerinin özgünlüğünün korunması gerektiğini vurguluyordu.
İmam Humeyni’nin (r.a) havzaya ilişkin stratejik görüşü sadece geleneksel eğitimle sınırlı değildi; o, havzayı uzman, imanlı, takvalı ve inkılapçı kadrolar yetiştiren, tevhit temelli bir toplum inşasında aktif bir yapı olarak görüyordu.
Havzaların sadece fıkhî meselelerle ilgilenmekle kalmayıp aynı zamanda bilimsel, kültürel, siyasî ve toplumsal alanlarda da etkin olması küresel istikbar ve uluslararası zulme karşı bilinçli ve kararlı duruş sergilemesi gerektiğini belirtiyordu.
Bu doğrultuda İmam Humeyni (r.a) özellikle şu hususlara dikkat çekiyordu:
• Havza mensuplarının birliği,
• İslamî yönetimi yürütebilecek nitelikli kadroların yetiştirilmesi,
• İlmî ve toplumsal cihad sahalarında etkin yer almak,
• Eğitimde yüzeysel yaklaşımlardan kaçınmak.
İmam Humeyni’nin (r.a) Arzuladığı Medrese; Canlı, İnkılapçı, Çağı Tanıyan ve Halk Odaklı Bir Medresedir
İmam’a (r.a) göre ilim havzaları aynı zamanda takva ve maneviyatla donanmış, İslam ümmetinin kaderinden sorumlu bir kurum olmalıydı; izole, pasif ve halkın acılarını ile İslam dünyasındaki gelişmeleri takip etmeyen bir yapı değil.

-Sizce İmam Humeyni’nin (r.a) Ruhaniyet Manifestosundaki En Önemli Mesajı Nedir?
İmam Humeyni’nin (r.a) Ruhaniyet Manifestosu sadece tek bir mesaj değil; İslam İnkılabı sonrası dönemde İslami ilim merkezlerinin tarihî, toplumsal ve medenî sorumluluklarını yeniden tanımlayan kapsamlı bir yol haritasıdır. İmam (r.a) bu manifestoda açıkça uyarıda bulunmuştur ki inkılabın önündeki en büyük tehlike dış düşman değil ilim merkezlerinin tarihî görevlerinden uzaklaşması ve içindeki tutucu, dünyevileşmiş ve karma akımların etkisi olacaktır.
İmam’a (r.a) göre eğer ilim merkezleri halktan kopar, dinin özünden uzaklaşır ve siyasete ilgisiz kalırsa sadece inkılapçı rollerini yerine getirememekle kalmaz aynı zamanda tağut rejimini yeniden destekleyen bir kurum haline gelir.
İlim merkezlerinin görevi sadece bireysel dini hükümleri öğretmek değil aynı zamanda toplumun yöneticilerini ve kültürel-sosyal mücadele alanlarında aktif olan kahramanlarını yetiştirmektir.
İmam (r.a), bu manifestoda ilim havzalarını sadece akademik ve eğitim kurumları olmaktan çıkarıp toplum içinde dönüşüm yaratan, mücadeleci ve etkin yapılar olarak tanımlamıştır. Onun arzusu ilim havzalarının zulüm ve yolsuzlukla mücadelede ön saflarda yer alması, çağın ihtiyaçlarına uygun dini düşünce üretmesi ve İslam toplumunun inşası için uzman ve İnkılaba bağlı kadrolar yetiştirmesiydi.
Dinamik içtihat, güncel meseleleri doğru anlamak, sosyal ve siyasî alanlarda aktif katılım ve sade yaşantı İmam’ın ideal ilim havzası portresini oluşturuyordu. Bu bakış açısından sadece teorik konularla meşgul olup halkın sorunlarına kayıtsız kalan bir ilim havzası, İmam’a (r.a) göre “sorumluluktan kaçan” ve “halktan kopuk” bir yapıdır ve hakiki bir ilim merkezi sayılmaz.
İmam’ın (r.a) ilim havzaları üzerine tehdit analizinde iki olumsuz eğilim öne çıkmaktadır: Tutuculuk (tehaccür) ve melezi anlayış. Tutucu akım, dindar bir görünüm altında gerici bir tavır sergileyerek ilim merkezlerini hareketten ve yenilikten alıkoyar ve “kaygısız İslam” anlayışını yayar. Öte yandan melezi akım, yabancı unsurları İslam öğretisine karıştırarak dini içeriden zayıflatır ve tahrip eder.
İmam (r.a) uyarır ki bu iki akım birbirine zıt görünse de sonuçta aynı sonuca götürür: İslam’ın özünün zayıflatılması ve hakiki din adamlarının silahsızlandırılması. İmam’a (r.a) göre bu tehditlere karşı mücadele yolu ilim ile takvayı birlikte yürütmek, zamanın gereklerini anlamak, bilimsel mücadele vermek ve toplumun gerçek alanlarında aktif olmaktır.
Ruhaniyet Manifestosu’nun temel noktası din adamlarının bağımsız, inkılapçı ve halkla bağlı kimliklerini korumaya vurgu yapmasıdır. İmam (r.a), din adamlarını iktidara bağlı kurumlar değil ezilenlerin destekçisi, toplumsal birliğin sağlayıcısı ve Peygamber (s.a.a) ile Ehlibeyt (a.s) sünnetinin mirasçıları olarak tanımlamıştır. O, defalarca kötü niyetli din adamlarının nüfuzunun her türlü tehdidin üstünde olduğunu belirtmiş ve eğer ilim havzaları rahatlık, gösteriş ve kayıtsızlık batağına düşerse inkılabın ehil olmayanların eline geçeceğini vurgulamıştır.
Bu yüzden ilim havzaları her zaman canlı, dinamik, halkla bağlantılı ve İslam İnkılabı’nın amaçlarını ileri taşıyan yapılar olarak kalmalıdır; çünkü saf İslam yolunun devamı ilim havzalarının medeniyet sorumluluğunu yerine getirmesine bağlıdır.
yorumunuz