Perşembe 11 Eylül 2025 - 16:13
39. Uluslararası İslamî Vahdet Konferansı’nın Son Bildirisi

Havza / 39. Uluslararası İslam Birliği Konferansı’nın son bildirisinde vurgulandı: İslam ümmeti; uzmanlar arası diyalog kültürünü güçlendirmeli, halkın kalplerini birbirine yaklaştırmalı, eleştirel akılcılığı ve sahadaki bütünleşmeyi geliştirmeli, toplumsal basireti, tarihî uyanıklığı ve imanî dayanışmayı pekiştirmeli ve ayrılıkçı akımların nüfuz yollarını kapatmalıdır.

Havza Haber Ajansı’nın Tahran’dan bildirdiğine göre 39. Uluslararası İslam Birliği Konferansı’nın son bildirisinde şu vurgulandı: İslam ümmeti; uzmanlar arası diyalog kültürünü güçlendirmeli, halkın kalplerini birbirine yaklaştırmalı, eleştirel akılcılığı ve sahadaki bütünleşmeyi geliştirmeli, toplumsal basireti, tarihî uyanıklığı ve imanî dayanışmayı pekiştirmeli ve ayrılıkçı akımların nüfuz yollarını kapatmalıdır.

Bu bildirinin tam metni şu şekildedir:

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

Şüphesiz tevhid dini olan İslam, hepinizin tek dinidir. Ben de sizin Rabbiniz’im; o halde yalnız bana kulluk edin.” (Enbiyâ Suresi / 92)

              39. Uluslararası İslam Birliği Konferansı, İslam Peygamberi Hz. Hatemu’l-Enbiyâ Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) mübarek doğumunun 1500. yılı vesilesiyle 8-10 Eylül 2025 tarihleri arasında Tahran’da “Rahmet Peygamberi ve Ümmetin Birliği” başlığıyla; sayın Cumhurbaşkanı Dr. Mesud Pezeşkiyan’ın katılımıyla üst düzey yetkililer, İslam dünyasının önde gelen âlimleri ve seçkin düşünürlerinin iştirak ettiği şekilde düzenlendi ve dünyanın çeşitli ülkelerinden 350 seçkin bilim insanı ağırlandı.

400 bilimsel-araştırma makalesinin sunulması ve 200 çevrim içi bildirinin paylaşılması, 39. Uluslararası İslam Birliği Konferansı’na katkıda bulundu.

Bu konferans; işgalci Siyonist rejimin saldırıları, işgaller ve vahşi suçları nedeniyle derin bir üzüntü içinde gerçekleştirildi. İslam topraklarına ardı ardına yapılan saldırılar, direnişin liderlerinin ve komutanlarının suikastlarla öldürülmesi, masum insanların katledilmesi, işgal edilmiş toprakların genişletilmesi ve bu gaspçı rejime Amerika Birleşik Devletleri ile Batılı devletlerin her yönüyle destek vermesi; bu rejimin İslam ümmetine karşı düşmanca mahiyetini her zamankinden daha açık biçimde ortaya koymuştur. Böyle bir ortamda saldırıların durdurulması ve ortak değerlerle hedeflerin gerçekleştirilmesi için İslam ümmetinin birlik, yakınlaşma ve dayanışma içinde olması her zamankinden daha gerekli hale gelmiştir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) rahmet dolu sünnetine dönüş – ki O, yüce ahlâkın örneği ve barış ile kardeşliğin simgesidir – adaletin, kalıcı barışın ve İslam ümmetinin bütünlüğünün tek yoludur. Bu esas doğrultusunda Dünya Mezhepler Arası Yakınlaşma Kurumu, 39. Uluslararası İslam Birliği Konferansı’nı “Rahmet Peygamberi ve İslam Ümmetinin Birliği” konusuyla ve O’nun öğretilerine vurgu yaparak düzenledi.

Konferansın sonuç bildirgesinde katılımcılar şu hususları vurguladılar:

              “İslam Birliği” teorisi, Kur’ânî kavramlardan kaynaklanan şu esaslar üzerine kuruludur: İlâhî velayet, Peygambere itaat, tek ümmet anlayışı, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, mutedil biçimde iç ıslah, iman kardeşliği ve şeytanî çekişmeleri terk etmek. Ayrıca fer‘î meselelerde ictihad hakkının meşruluğu, ihtilaflarda ahlâk kurallarına riayet ve inançlara karşılıklı saygı esastır.

              Bugün “İslam Birliği” yalnız teoride değil, pratikte de inkâr edilemez bir gereklilik haline gelmiştir; İslam ülkelerinin bu ilkeye bağlı kalma ve ona uyma konusunda bir ittifakı oluşmaktadır. Yaklaşık kırk konferansın ardından artık İslam ülkelerinde benzer başlıklarla birlik konferansları düzenlenmektedir ve İran İslam Cumhuriyeti bu bayrağı taşıyan tek ülke değildir. Bugün birçok ülkede “yakınlaşma ve İslam birliği” söylemi, “tekfir ve ayrılık” söylemine galip gelmiştir.

              Bu, İslam dünyasında istisnaî bir fırsattır: Farklı İslamî ekoller, en akılcı kavramları kullanarak çeşitli konferanslarda ortak bildiriler yayımlamaktadır. Bu fırsat korunmalı, öncü İslam ülkelerinin hükümetleri takdir edilmeli, bu değerli kazanımlar muhafaza edilmeli ve bütün İslam ülkelerinin katkısıyla yeni bir İslam medeniyeti sahneye çıkarılmalıdır.

Ilımlı, akılcı, ileri görüşlü ve kör bağnazlıklar ile mantıksız şiddetlerden uzak kişiliklerin yetiştirilmesi; İslam âleminin Rabbânî âlimleri, din alimleri ve düşünürlerinin omuzlarında bulunan temel ve ağır bir misyondur. İtidal; dosdoğru yolda sebat, hakikate sadakat ve birlikte yaşamaya ve yapıcı etkileşime açıklık anlamına gelir. Din âlimleri ve fikir sahipleri, vahyin öğretilerini akılcı ve ahlâkî bir şekilde yeniden okuyarak İslam’ın gerçek yüzünü; bir rahmet dini, insan onuru, adalet ve kalıcı barış olarak dünyaya tanıtırlar. Onlar İslâmî erdemleri öne çıkararak, akılcılığı açıklayarak, hurafeleri ve tahrifleri gidererek ve aşırılıkçı ile tekfirci yorumlarla mücadele ederek; yakınlaşma, bütünleşme ve iman kardeşliği yolunu kolaylaştırırlar. 

Bu süreçte din uzmanları; diyalog ahlâkı, hikmetli hoşgörü, kalpleri birleştirme ve eleştirel, ictihadî akılcılığı güçlendirme üzerinde dururlar ki İslam ümmeti, mezhep ve düşünce geleneklerinin çeşitliliğinin ötesine geçerek; manevî birlik ve medenî iş birliğinde yeni ufuklara ulaşabilsin. Bu hedef, yeni İslâm medeniyetinin şekillenmesinin temel taşı ve mevcut krizlerden çıkış ile düşmanların tefrika projelerine karşı koymanın bir zemini olacaktır.

İslam’ın mantığında aile; insan hayatının merkezi ve ilâhî-ahlâkî değerlerin koruyucusudur. Sevginin, imanın, sorumluluk bilincinin ve yardımlaşma ruhunun nesillere aktarıldığı yerdir. Bu sistemde aile; terbiye için ilk mektep, dengeli kişilik gelişiminin ve insanî yeteneklerin yeşerdiği bir ortamdır ve daima fitne ve toplumsal zararlara karşı sağlam bir kale olarak görülmüştür. Aile kurumunun sağlamlaştırılması; gençleri kültürel saldırılardan ve ahlâkî sapmalardan kapsamlı biçimde korumak ve “iman kardeşliği, toplumsal dayanışma ve medeni sorumluluk” ruhunu gelecek nesillere aktarmak; İslam ümmetinin varlığını sürdürmesi ve yeni İslam medeniyetinin gerçekleşmesi için temel bir zorunluluktur.

Bu bağlamda Batı dünyası, “bireyci liberalizmi” teşvik ederek aile kurumunu hazcılık, bireycilik ve sınırsız özgürlükler lehine zayıflatmıştır. Böylece aileyi kırılgan bir sözleşme kurumuna indirgemiş, duygusal bağları ve toplumsal sorumlulukları parçalamıştır. Buna karşılık İslam; “evlilik bağının kutsallığı, anne babanın yüce konumu, çocukların onuru ve aile kurumunun dünyevî ve uhrevî saadetteki temel rolü” üzerinde durarak; hem bireyin mutluluğunu hem toplumun sağlığını teminat altına alan yüce ve kalıcı bir model sunmaktadır.

Fitne çıkarmak ve ayrılık ateşini körüklemek, İslam ümmetinin birliğini zayıflatmak ve parçalamak için düşmanların en tehlikeli aracıdır. Yüce Kur’an fitneyi “öldürmekten daha büyük bir bela” olarak nitelemiştir (Bakara/191). Tarih boyunca sömürgecilik ve küresel istikbar, mezhebî ve etnik ayrılıklardan yararlanarak Müslümanların yekpare cephesine sızmaya çalışmıştır. İslam mezheplerinin kutsallarına hakaret, mezhepçi duyguları kışkırtmak, kutsal sembolleri yıkmak ve tekfirci yaftalamalar yapmak bu örgütlü fitnelerin yalnızca bir kısmıdır. Bugün bu fitnelerin izlerini Irak’tan, Suriye’den, Yemen’den, Afganistan’dan, Kuzey Afrika’dan ve İslam dünyasının başka sahalarından görüyoruz. Bu krizler her ne kadar parçalı ve yerel görünse de Müslümanların canını ve malını hedef almakta, ümmetin manevî ve medenî sermayesini tüketmektedir. Bu fitneleri yayanlarla mücadele, yalnızca siyasî veya geçici bir görev değil aynı zamanda ahlâkî, dinî ve medenî bir sorumluluktur. Rabbânî âlimler, düşünce önderleri ve toplumsal liderler; İslam’ın rahmet yüklü öğretilerini açıklayarak, ortak değerleri öne çıkararak ve zehirli propagandalar karşısında aydınlatma yaparak ümmetin safını bu tuzaklara karşı sağlamlaştırmalıdır. Ayrıca İslam ümmetinin; seçkinler arası diyalog kültürünü, toplum çapında kalpleri birleştirmeyi, eleştirel akılcılığı ve sahadaki dayanışmayı güçlendirmesi; kolektif basiret, tarihî uyanıklık ve iman kardeşliğini pekiştirmesi; ayrılıkçı akımların sızma yollarını kapatması gereklidir.

Filistin, zulmetle dolu dünyada hak ve bâtılın pusulasıdır. Dünyanın zalimleri el ele vererek, bütün dünyanın gözü önünde geniş çaplı ve açık bir soykırım gerçekleştirdiler. Siyonist caniler, tarihteki zorbalara taş çıkarttılar; Hiroşima’daki atom bombası etkisinin yedi katı kadar patlayıcıyı masum Gazzelilerin üzerine yağdırdılar; evleri, okulları, hastaneleri ve camileri yıktılar; çocukları, kadınları, yaşlıları, yardım görevlilerini ve gazetecileri katlettiler ve buna “toprak savunması” adını taktılar. Bu savaş suçu, özgür insanları uyandırdı; ortak insanî değerlerden doğan bir birlik vurgusuyla mazlum Filistin’i ve kuşatma altındaki savunmasız Gazzelileri savunmak, insan onurundan söz etmek, adalet için haykırmak ve küresel güvenlik için harekete geçmek amacıyla meydanlara çıktılar. Şimdi onur, adalet ve güvenlik dünyanın bütün mustazaflarının talebi olmuş ve dünyanın müstekbirlerini meydan okumayla karşı karşıya bırakmıştır. Bu, insanlık ve değerleri uğruna sahaya çıkan, İslam birliğinin ötesinde bir insanî dayanışmadır. Dünyada yeni bir olay şekilleniyor ve direniş söylemi küresel ölçekte giderek yayılıyor. Dünyanın mustazafları iman, sabır, takva ve birliklerini koruyarak; kesin iradelerine, sadık vaade ve Allah’ın tükenmez kudretine dayanarak dünyanın adalet önderleri olacak, zalimleri ve müstekbirleri yenecek ve yeryüzünün varisleri haline geleceklerdir.

7 Ekim’de başlayan “Aksa Tufanı”nın en önemli kazanımı, İsrail adlı melun rejimin habis yüzünü bütün dünyaya ifşa etmesi ve “Büyük İsrail” kurma yönündeki şeytanî ve uğursuz planı ortaya çıkarmasıdır. Bu durum İslam ülkelerinin safını birleştirdi, İslam dünyasındaki iç rekabetle ilgili yanlış inançları ortadan kaldırdı ve herkesin dikkatini ortak düşman olan Siyonizme çevirdi.

12 günlük dayatılmış savaş her ne kadar telafisi imkânsız kayıplara ve binden fazla masum sivilin –kadın, çocuk, yaşlı vb.– şehit olmasına yol açtıysa da; İran İslam Cumhuriyeti’nin mazlum Filistin halkını ve kendi milletini savunmanın bir bedeli olarak ödediği bu süreç, aynı zamanda azgın düşmana da eşi görülmemiş zararlar verdi. Gaspçı rejimin Demir Kubbesinin sahte heybeti İran yapımı füzelerle çöktü; Siyonistlerin kırılganlığı tüm dünyanın gözü önüne serildi; İslamî-Arap onuru canlandı. Ayrıca yatırımcıların işgal topraklarından kaçışı, Tel Aviv ve Hayfa uçuşlarının durması, üretim ve ihracatın sekteye uğraması, önleyici uyarıların yetersizliği nedeniyle içerde memnuniyetsizlik ve korkunun artması, gaspçı göçmenlerin toprak güvenliğinin sarsılması, tersine göç, uluslararası itibarsızlık, onlarca milyar dolarlık zarar, medya hezimeti, ilişkileri normalleştirme planının ve Yüzyılın Anlaşmasının çökmesi ve Siyonist rejime karşı küresel mutabakat oluşması... Bunların hepsi İsrail’in artan bir çöküş sürecinde olduğunun göstergesidir.

Bu konferansa katılanlar Siyonist rejimin İran, Filistin, Lübnan, Yemen, Suriye ve Katar halkına yönelik saldırılarını şiddetle kınamış ve şunları ilan etmişlerdir:

7 Ekim’den 12 günlük dayatılmış savaşa ve sonrasına kadar işgalci Siyonist rejime karşı durarak bu rejimin ve destekçilerinin vahşi eylemlerini kınayan tüm İslam ülkelerine teşekkür ve takdirlerini sunuyorlar. Ayrıca İslam ve Arap ülkelerinden, işgalci rejimle siyasi, askerî ve ekonomik ilişkileri kesmek suretiyle etkili adımlar atmaları ve mazlum Filistin halkı ile Gazze’ye somut ve gerçek yardımlar ulaştırmaları talep edilmektedir.

Son olarak konferans katılımcıları, direniş şehitlerini; İsmail Haniye, Seyyid Hasan Nasrallah, Seyyid Haşim Safieddin, Yahya Sinvar, Salih el-Aruri, Ahmed Galib el-Rahavi ve İranlı şehit bilim insanları ile diğer şehitleri anarak; direniş yolunun sürdürülmesi ve İslam birliğinin Yüce Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) rahmet dolu ahlâkı temelinde korunması gerektiğini vurgulamış ve rahmet Peygamberi’nin 1500. doğum yıl dönümünü tüm dünya Müslümanlarına tebrik etmişlerdir.

Ayrıca en samimi teşekkürlerini; İslam İnkılabı’nın Yüce Rehberi Ayetullah el-Uzma İmam Hamaney’e (Allah onu korusun), İran İslam Cumhuriyeti hükümetine, özellikle sayın Cumhurbaşkanına ve Dünya Mezhepler Arası Yakınlaşma Kurumu Genel Sekreteri Sayın Prof. Dr. Hamid Şehrîyari’ye, yüksek konsey ve kurum görevlilerine sunmuşlardır.

Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun

39. Uluslararası İslam Birliği Konferansı

10 Eylül 2025

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha