Havza Haber Ajansı muhabirinin bildirdiğine göre Yüksek Kültür Devrimi Konseyi üyesi Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hamid Parsaniya, 17 Eylül 2025 Çarşamba günü Cemkeran Mescidi Mukaddes Türbesi Mütevellîliği Ofisi toplantı salonunda düzenlenen “Zemin Hazırlayan Yönetim Okulu 2” konulu 8. Yönetim Okulu’nun kapanış töreninde şöyle dedi:
“Her ne kadar ilk bakışta ‘zemin hazırlayan yönetim’ kavramı doğrudan Zuhur’a yönelik gibi görünse de aslında uzak geleceğe bakmaktan çok bugünkü şartlar ve gaybet dönemindeki toplumun sorumluluklarıyla ilgilidir. Kendini ‘zemin hazırlayıcı’ olarak gören bir toplum hem bugünün gerçekliklerini dikkate almalı hem de gelecekteki ideal ufku göz önünde bulundurmalıdır.”
Yüksek Kültür Devrimi Konseyi Havza Uzmanlık Komisyonu Başkanı, bu kavramın bir tür çift yönlü hareket olduğunu ekledi: “Bir yandan dinî yönetimin somut yaşam ve zorluklarına bakarken öte yandan vaad edilen toplumun yüce ve ideal ufkunu çizer. Bu nedenle zemin hazırlamanın ana ekseni her şeyden çok halktır; çünkü bu misyonu taşıyacak ve hayata geçirecek olanlar halktır.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerine vurgu yaparak şunları hatırlattı: “İnsan hayatının amacı ve peygamberlerin gönderiliş gayesi derecelidir. Bir düzeyde her bireyin kişisel gelişimi ve manevî yücelişiyle ilgilidir; diğer düzeyde ise toplumsal yaşam ve sosyal düzenle ilgilidir.”
Yüksek Kültür Devrimi Konseyi üyesi, Saff Sûresi’ndeki ayetlere atıfla şunları söyledi:
“’Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen Allah'tır.’
Bu ayet, peygamberlerin misyonunun hak dinin bütün din ve insanî ekollere üstün gelmesi olduğunu gösterir; bu gaye, müşriklerin ve inkârcıların direnişine rağmen gerçekleşecektir.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya sözlerine şöyle devam etti: “Cuma ve Bakara sûrelerinde peygamberlerin risaleti üç ana eksende özetlenmiştir: Allah’ın ayetlerini tilavet etmek, nefisleri tezkiye etmek ve Kitabı ve hikmeti öğretmek. Bu görevler sadece bireyleri sapkınlıktan kurtarmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun bilgi ve ahlak temellerini de sağlamlaştırır.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya şöyle ekledi: “Ayetlerdeki farklılık da anlamlıdır; Cuma sûresinde Resûlullah’ın okuma yazma bilmeyen ve cahiliye taassubuna saplanmış bir toplum içinde onları Kitab'a ve hikmete yöneltmesi için gönderildiği vurgulanır. Bakara sûresinde ise Peygamber’in, insanların sadece bilmedikleri şeyleri değil, bizzat kendilerinin ulaşamayacağı bilgileri öğrettiği belirtilir. Bu da peygamberlerin gönderilişinin hayati ve zorunlu olduğunu; vahyin rehberliği olmaksızın insanın karanlıklarda kalacağını gösterir.”
Havza ve üniversite hocası Hüccetü’l-İslâm Parsaniya şu vurguyu yaptı: “Eğer ‘zemin hazırlayan yönetim’ kavramını doğru anlamak istiyorsak, bunu peygamberlerin risaletinin devamı olarak görmeliyiz. Gaybet döneminde dinî yönetim de aynı misyonla anlam kazanmalıdır; yani tezkiye için ortam oluşturmak, dinî bilgiyi geliştirmek, ilahî hikmeti yaymak ve toplumun hak dinin bütün alanlarda hâkimiyetine doğru ilerlemesi için şartları hazırlamak.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya şöyle hatırlattı: “Dolayısıyla ‘zemin hazırlayan yönetim’ sadece siyasî veya idarî bir slogan değildir; ilahî peygamberlerin taşıdığı misyonun doğrudan devamıdır. Bu yönetim bir yandan bugünün dünya şartlarıyla gerçekçi biçimde ilişki kurmalı, öte yandan nihai ideali olan tevhidî ve Mehdevî toplumu inşa etme amacını asla gözden kaçırmamalıdır.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya şöyle kaydetti: “Kur’ân-ı Kerîm bize peygamberlerin görevinin, insanı açık bir sapkınlıktan hakikî marifete ulaştırmak olduğunu öğretir; bugün de İslâm toplumunun ve onun yönetim kurumlarının görevi aynıdır: İnsanları tezkiye ve talim yoluna hazırlamak, dünya toplumunu Ehl-i Beyt mektebiyle tanıştırmak; işte bu, Zuhur için gerçek zemin hazırlamanın anlamıdır.”
Yüksek Kültür Devrimi Konseyi üyesi vurguladı: “Peygamberler sadece kitap ve hikmeti taşımakla kalmadılar; toplumsal güç oluşturmak ve toplumu donatmak suretiyle insanları adalet için kıyama çağırma görevini de üstlendiler. Bu yolculuk bireysel davetten başladı ve nihayetinde Medine’de Nebevî toplumun oluşmasına ve kolektif bir kimliğin gerçekleşmesine ulaştı.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya Hadîd sûresindeki ayetlere işaret ederek şöyle dedi: "Allah, Hadîd sûresi 25. ayette buyurur:
‘Andolsun, peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik; onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik ki insanlar adaletle ayağa kalksınlar. Demiri de indirdik; onda güçlü bir kudret ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın gaybte kendisine ve peygamberlerine kimlerin yardım edeceğini bilmesi içindir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, mutlak galiptir.’
Bu ayet peygamberlerin açık delillerle gönderildiğini, beraberlerinde kitap ve adalet ölçüsü indirildiğini, sonra da demirin —gücün ve kudretin sembolü olarak— indirilerek adaletin tesisi ve hakkın savunulması için insana araç kılındığını gösterir.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya şöyle devam etti: “Rivayetlerde şöyle gelmiştir: ‘Eğer dünyanın ömründen bir gün dahi kalsa Allah o günü uzatır ki Ehl-i Beyt’ten olan Kâim kıyam etsin.’ O gün, Mehdî-i Mev‘ûd insanların üzerine elini koyarak onların marifetini dönüştürecek; bu değişim sadece bireylerde değil, tüm insanlık kültüründe vuku bulacak ve toplumu bütünüyle Allah’a yöneltecektir.”
Yüksek Kültür Devrimi Konseyi üyesi şöyle belirtti: “Nebevî Medine gerçekte bir ‘zemin hazırlama’ aşamasıydı; bu zemini Peygamber davet, eğitim ve cihadla oluşturdu. Bu tecrübe gösteriyor ki hiçbir yönetim –dinî yönetim dahi– halk desteği olmadan ortaya çıkmaz. Hatta otoriter yönetimler bile halkın kültürünü kabule mecburdur; halk kabul etmezse mecbur dahi kılınsa kalıcılığı olmaz.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya vurguladı: “Dolayısıyla Zuhur’a zemin hazırlamak da aşama aşama ve halk temellidir. Nasıl ki İslâm Peygamberi (s.a.a), cahiliyetle dolu bir toplumda sürekli bir mücahedeyle Medine’yi kurduysa, İslâm ümmeti de Gaybet döneminde kültürünü ve marifetini yükseltmelidir ki Mehdevî velayet için zemin oluşsun ve Zuhur bu tarihî sürecin son halkası olsun; burada yaratılışın felsefesi en mükemmel biçimde ortaya çıkar. Böylece peygamberlerin rehberliği sadece öğretim düzeyinde kalmamış, toplumsal ve tarihsel alana da taşınmıştır ki kimin Allah ve Resulünün yardımcısı olduğu ortaya çıksın.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya şöyle ekledi: “Allah gaybı zaten bilir, ancak bu bilgi fiil alanında ve tarih akışında tezahür eder. Ayetin son kısmının hatırlattığı gibi, ilahî yardım ve O’nun sınırsız kudreti hak dinin zaferinin teminatıdır; ancak bu gerçekleşirken insanlar için büyük imtihanlar doğar. Bu sebeple, risaletin başlangıcından dinin nihai galebesine kadar hidayet yolu birkaç aşamada belirlenmiştir: Önce Kitap ve hikmeti öğretmek, sonra bireysel marifeti geliştirmek ve nihayet adaleti tesis için toplumsal bir kıyama ulaşmak.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya şöyle açıkladı: “Bu toplumsal kıyam, güç ve örgütlenmeyi gerektirir; Allah da ‘hadîd’ yani kudret araçları ve savunma imkânı vererek müminler topluluğunu bu yolda destekledi. Fakat bu görevin gerçekleşmesini halka bıraktı ki peygamberlerle birlikte mücadele ve cihad meydanında adaleti toplumsal alanda yerleştirsinler. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a) risaletinin kısa süresinde iki önemli aşamadan geçti: Mekke’de on üç yıl boyunca bireysel davet ve sıkıntılara sabır dönemi; ardından Medine’de on yıl boyunca devlet kurma ve sürekli cihad dönemi.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu on yıllık Medine döneminde 120’den fazla gazve ve seriyye oldu; yani ortalama her ay ciddi bir çatışma. Peygamber bu savaşların yarısına bizzat katıldı, yarısında ise komutanlığı ashabına verdi. Bedir, Uhud, Hendek ve Ahzâb gibi büyük savaşlar bu topyekûn karşılaşmanın örnekleridir; müşriklerin tüm güçleri İslâm’a karşı saf tutmuştu, ancak sonunda yenilgiye uğradılar.”
Yüksek Kültür Devrimi Konseyi üyesi ekledi: “Bu tarihsel süreç gösterdi ki ilahî din, birebir davet ve ev ev tebliğden başlayarak küçük topluluklara ve müminlerin sosyal ağlarına yayıldı; sonunda kolektif kimliğin oluşması ve Medine-i Nebî’nin kurulmasına ulaştı. Mekke’nin fethi ve Âmü’l-Vufûd bu sürecin zirvesiydi; toplu toplu insanlar İslâm’a giriyor ve tevhid kelimesi yarımadanın sosyal ve siyasî hayatında yer ediniyordu.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya şu vurguyu yaptı: “Peygamberlerin risalet mesajı şudur ki ilahî hidayet yalnız bireysel alanda kalmaz, toplumsal ve tarihî alana da taşar. Kitap, hikmet, adalet ve güç bu yolun dört sütunudur ve nihayetinde hak dinin tüm dinlere üstün gelmesine yol açar. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu tarihî tecrübesi, Gaybet döneminde bekleyen toplum için açık bir modeldir; zira zemin hazırlayan yönetimin bireysel marifet, toplumsal güç ve nihai ideal arasında nasıl bağ kurması gerektiğini gösterir.”
Nebevî Medine ile Mehdevî Yönetim Arasındaki İlişki
Yüksek Kültür Devrimi Konseyi üyesi, Nebevî Medine ile Mehdevî yönetim arasındaki ilişkiye değinerek şöyle dedi: “İslâm Peygamberi (s.a.a) Medine’de ilk mümin toplum biçimini ortaya koydu; ancak Tevbe sûresinde ortaya çıktığı üzere müminlerin yanında münafıklar ve cahiliye kültürünün izleri hâlâ mevcuttu. Mehdevî devlet ise bu kültürün tamamen dönüşeceği ve ilahî bilginin insanlık düzeyinde açığa çıkacağı bir aşamadır.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya şunları ifade etti: “Nebevî Medine’yi ilahî hâkimiyetin gerçekleşme sürecindeki ilk adım sayabiliriz; ideal formuna rağmen sınırlılıkları vardı. Son inen sûrelerden Tevbe, İslâm toplumunda münafıkların varlığını açıkça dile getirir; onlar görünürde tevhid kelimesiyle beraber olsalar da içlerinde hâlâ cahiliye kültürünün köklerini taşıyorlardı.”
Hüccetü’l-İslâm Parsaniya şöyle ekledi: “Bu durum gösterir ki Medine’de Hz. Peygamber (s.a.a) siyasi iktidara kavuşup tevhid kelimesi üstün gelse de insanlık henüz tam velâyet gerçekleşmesinden uzaktı. Peygamber (s.a.a) velâyet hikmetiyle ‘İnsanlarla akılları ölçüsünde konuşun’ prensibiyle hareket ediyor, toplumun genel kapasitesine göre hitap ediyordu. O dönemde göklerin kapısı müminlere açık, bireysel yükseliş ve ilahî buluş mümkün olsa da bu marifet henüz kapsamlı bir toplumsal surete dönüşmemişti.”
Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Parsaniya bu tarihî tecrübenin Zuhur felsefesiyle bağlantısına işaret ederek şöyle devam etti: “Mehdevî devlette ilâhî velâyet insanlığın genel kültür düzeyinde açığa çıkacaktır. Eğer bugün günah ve insanın yüz çevirmesi sebebiyle göklerin kapısı kapalı görünüyorsa, Mehdevî devlette bu engel kalkacaktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurur:
“Eğer memleketlerin halkı iman edip sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bereketler açardık; fakat yalanladılar da biz de işledikleri sebebiyle onları yakaladık” (Arâf/96).
İmam Mehdî’nin (a.f.) devletiyle bu vaat tarih sahnesinde gerçekleşecektir.”
313/17
yorumunuz