Pazar 23 Kasım 2025 - 14:18
Teknoloji Canavarı: Ahlak ve Sorumluluktan Yoksun Bilimin Krizi

Havza / “Frankenstein” filmindeki canavar, vicdanı olmayan bir bilimin ürünüdür. Bilimin ahlak ve sorumluluktan ayrıldığında, onu üreten kişi için bile tehlikeli ve zararlı olabileceğini vurgular.

Havza Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre 2025 yapımı son haftalarda dünya sinemasında belirli tartışmalara yol açan “Frankenstein” filminin genel özeti şu şekildedir:

 “1857 yılında, Danimarka Kraliyet Donanması’na ait ve Kuzey Kutbu’na doğru yola çıkan bir keşif gemisi, buzların arasında sıkışıp kalır. Mürettebat, gemiyi gövdesini saran buzlardan kurtarmaya çalışırken hava yavaş yavaş kararır ve uzaktan bir ışık dikkatlerini çeker. Işığa doğru ilerlerler ve yerde yaralı halde yatan bir adam görürler. Onu alıp gemiye götürürler; fakat onları nasıl bir kaderin beklediğinden habersizdirler. Bu yaralı adam, yıllarca laboratuvarında suçluların ve idam edilmiş askerlerin beden parçalarını bir araya getirerek ölümsüz ve son derece güçlü bir varlık yaratmış olan Viktor Frankenstein'dir.”

“Onun gemiye alınmasının üzerinden çok geçmemiştir ki bahsi geçen canavar ortaya çıkar, mürettebatla çatışmaya girip, Viktor’u işaret ederek bağırır: ‘Onu bana verin!’ Bir süre sonra buzlar kırılır ve Frankenstein’ın canavarı suyun içine düşer. Bunun ardından Viktor Frankenstein, yarattığı varlığın hikâyesini anlatmaya başlar. Viktor bu olayı kaptana aktarırken, o yaratık yeniden gemiye dönmeyi başarır. Artık kaptan neyle karşı karşıya olduğunu açıkça anlamıştır ve kaderini kabullenir; fakat canavar bir an durur ve bu kez hikâyeyi kendi ağzından anlatmaya karar verir…”

Günahkârların ve masumların hikâyesi

Birçok sinema eleştirmeninin de kabul ettiği üzere, bu eser bir insanın bir canavar yaratmasının ötesinde; insanların ve onların zaman zaman yıkıcı olan ilişkilerinin hikâyesidir. Bir bakıma babaların ve oğulların, masumların ve günahkârların anlatısıdır.

Filmin yönetmeni Guillermo del Toro, bu yapımda hem Viktor Frankenstein’a (Oscar Isaac tarafından canlandırılan) hem de onun yarattığı varlığa (Jacob Elordi tarafından canlandırılan) konuşma hakkı tanıyor; ancak şu nokta çok önemlidir ki yönetmen kesinlikle tarafsız değildir. Zira diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmde de kalbini canavara veren bir sanatçıdır. Bu nedenle, Mary Shelley’nin orijinal romanda yaratığa yüklediği içsel ve ahlaki karmaşıklıkları kolayca bir kenara bırakmıştır.

Del Toro elbette bu filmde yarattığı varlığın şiddetini açıkça sergiliyor; fakat bunu yaparken aynı zamanda, metaforik bir dille, canavarın yönsüzlüğünün ve şiddetinin acı ve ıstıraptan doğduğunu anlatma niyetindedir.

İstenen formu oluşturmadaki hassasiyet

Yönetmenin filmlerinde, söz konusu görsel unsurlar arka planda kalmaz; aksine metnin içine girer ve yönetmenin anlatı kutusunda hikâye anlatımına hizmet eden başka bir araca dönüşür. Bu nedenle “Frankenstein” filmini, tamamen gerçek dekorlar ve yalnızca Del Toro filmlerine özgü ince detaylarla bezenmiş, tam anlamıyla bir görsel şölen olarak nitelendirmek gerekir.

Bu doğrultuda mekân ve mizansen, yönetmenin eserlerinde büyük önem taşır. Nitekim bu filmde de Viktor Frankenstein’ın laboratuvarı; Hristiyan sembolizmi, Yunan mitolojisi ve dikkat çekici dairesel unsurlarla doludur. Canavarın hayata gözlerini açtığı bu laboratuvar, hikâyenin en önemli mekânıdır. En fazla özen ile detayın verildiği yerdir.

Filmde bu mekân; Medusa heykeli, zaman zaman şimşek ışığının içeri vurduğu dairesel bir pencere, devasa yeşil ve kırmızı bataryalar, oraya buraya dağılmış parça parça cesetlerle süslenmiştir. Ayrıca laboratuvarın tam ortasındaki büyük çukura da dikkat etmek gerekir; bu çukur, artık işe yaramayan cesetlerin atılması için kullanılmaktadır.

Meşhur romanda modernizm eleştirisi

Aynı adla yayımlanan ünlü roman “Frankenstein” (1818’de yazılmış), özünde modernizme yönelik bir eleştiri barındırır. Ancak söz konusu filmde, yapımcının odağı ölümsüz bir yalnızlığa duyulan korkudur.

Elbette bu anekdotu okuyucularımızla paylaşalım ki Guillermo del Toro’nun bu yeni filmi Ekim 2025’te gösterime girmeden önce, Mary Shelley’nin yarattığı Frankenstein canavarından esinlenerek 420’den fazla tanınmış uzun metrajlı film ve 78 televizyon dizisi üretilmiştir. Dolayısıyla bu etkili romanın sinema ve televizyon alanında çok sayıda farklı yorumuna ve anlatısına tanık olmuş durumdayız. Buna rağmen hâlâ şu açıkça görülüyor ki, bu romanın hikâyesi, sanayileşmenin merkezinde yaşayan insanın dizginsiz teknoloji canavarının büyümesine duyduğu korkuyu taşımaktadır.

Filmin bir bölümünde, Frankenstein’ın canavarının yaratıcısını bir eş yaratması için zorladığını görüyoruz; çünkü canavar ölümsüzdür ve bu dünyada sonsuza kadar yalnız kalacaktır. Ancak bencil ve inatçı bilim insanı bunu yapmayı reddeder. İşte bu noktada canavar, kendi yaratıcısını öldürmek için harekete geçer.

Ayrıca şunu da hatırlamak gerekir ki Viktor Frankenstein’ın ve onun yarattığı ölümsüz canavarın hikâyesi, Batı kültürünün en tanınmış ve en etkileyici anlatılarından biri sayılır.

Filmin bazı felsefî ve teolojik mesajlarına bir bakış

Bu esere teolojik ve felsefî açıdan baktığımızda, Viktor’un kendisini “yaratıcı” olarak adlandırdığını ve canlı bir varlık yaratmak suretiyle doğrudan “yaratılış”ın teolojik anlamıyla yüzleştiğini görürüz. Film, sorumluluk olmaksızın gerçekleşen bir yaratmanın yıkım anlamına geldiğini gösterir. Hatta denebilir ki bu filmin 2025 yılında yapılması, yapay zekâ ve biyomühendislik tartışmalarına yönelik bir uyarı niteliği taşır. Çünkü insan türünden veya ona çok benzeyen varlıklar yaratmanın, eğer bu süreç etik sorumluluk ve ahlaki yükümlülükle birlikte ilerlemezse, ne gibi sonuçlar doğurabileceğini gözler önüne seriyor.

Öte yandan canavar, vicdansız bir bilimin ürünüdür ve bilimin ahlaktan kopması hâlinde, eseri ortaya koyan kişi için bile nasıl tehlikeli ve yıkıcı olabileceğine dair güçlü bir vurgudur.

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha